Televizyon yayıncılığı ve habercilik açısından ilkesizlik
Televizyon Yayıncılığı ve Habercilik açısından ilkesizlik, sorumsuzluk, aldırmazlık dolu bir haftayı geride bıraktık.
Kadın katilleri, o çok izlenen magazin programlarında boy göstermeye devam ettiler. Bu hafta, iki kadın öldürmüş bir adam vardı Seda Sayan’ın programında. İki kez kadın cinayeti işlemiş bir kişinin ömrünü nerede dolduruyor olması gerektiğini hukuki bir sorun olarak bir yana bırakırsak; yayıncılık açısından neresinden tutacağımı bilemeyeceğim bir pespayelik yaşandı, ve bana sorarsanız henüz mesele kapanmış değil. Ortada yanıtlanması gereken sorular var. Herşeyden önce bu işin bir sorumlusu yok mu, bize ne olduğunu anlatacak ? Böyle bir program nasıl yapıldı, ya da hangi hatamız böyle bir sonuca yol açtı diye kaygılanan bir televizyon yöneticisi yok mu ? Yayın sırasında ne yapılmakta olduğunu görecek ve uygun bir üslupla müdahale edebilecek kimse de mi yoktu ? Yoksa bu sorular size hiç mana ifade etmiyor mu ?
Yayıncılıkta toplumsal açıdan sorumlu olmaya eminim çok değer veren Show TV yönetimi bu sorulara yanıt oluşturabilecek hiçbirşey demedi henüz ! Her fırsatta televizyon yöneticilerini arayıp neyin nasıl olması gerektiğini anlatan siyasetçilerden de çıt çıkmadı. Bu sessizliğin nedeni, açıklama yapmadan önce ne olduğunu doğru dürüst anlamaya çalışmaksa eğer, uzun uzun düşünmenize hiç gerek yok, ben size hemen söyleyeyim ne olduğunu : Yapılan yayın, toplumsal ahlak ve adalet duyguları ile alay eden, insan onurunu zedeleyen, kadına şiddeti hafife alan ve önemsizleştiren, kadın cinayetleri karşısında kamuoyunun hassasiyetini hiçe sayan, duyarsız bir yayın olmuştur. Olan, size tek tek saydığım, son derece ciddiye alınması gereken sorumlu yayıncılık ilkelerinin katman katman tümden ihlal edilmiş olmasıdır, nokta.
Böylesi bir yayına sessiz kalınması beklenemezdi. CHP Ankara milletvekili Aylin Nazlıkaya eleştiriler getirdi, RTÜK’e bir şikayet dilekçesi gönderdi. ‘Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’ üyeleri RTÜK önünde gösteri yaptılar ve savcılığa suç duyurusunda bulundular. Basında benim gördüğüm kadarıyla, Ayşe Arman ve Ahmet Hakan tepkilerini ifade ettiler. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı da RTÜK’e şikayette bulundu. Bunlar içinde belki de en acıtacak ve kanal tarafından en çok dikkate alınacak yaptırım olarak, programın sponsorluğunu yapan şirket programdan çekildi.
RTÜK’den ses yok henüz, ama zaten gelmesin de, çünkü sorunun ne olduğunu görmesi gerekenler, televizyon yöneticileri ve bu konu zaten ceza ile halledilebilecek bir mesele değil.
Programdaki konuk seçiminin rating toplamak için yapıldığı tezi, bence bu örnekte pek geçerli değil; üstelik böyle birşeyin özrü kabahatinden de büyük olur. Öğleden sonraları yapılan magazin içerikli yayınların zaten kuvvetli bir izleyici tabanı var, ratingleri kadın katillerinin arttırmasından medet umulacağını sanmam. Bence sorun daha beter: ilkesizlik, duyarsızlık ve aldırmazlık; hangi programa kimin, neden katılacağını düşünmemek, yayın içeriğinin ne gibi hassasiyetlere dokunabileceğini aldırmamak ya da önemsememek .
Daha başka ilkesel sorunlar da var: Acaba Seda Sayan, bir kadın katilini programa neden çıkarmış olduğunu, tuhaf bazı gerekçelere dayanarak anlatmaya çalışırken, kanal adına mı konuşmuş oldu ? Bunu kanal yöneticileri konuşana kadar bilemeyeceğiz. Ayrıca, kendisini eleştirenlere yayında hakaretler yağdırmasına kanal yönetimi izin verdi mi ? Ama hepsinden önemlisi, böylesi derin insani ve toplumsal hassasiyetleri olan bir konu, umarım Seda Sayan’ın etrafa yağdırdığı hakaretlerin ve yardımseverlik böbürlenmelerinin kakafonisi içinde unutturulmaya çalışılmayacak herhalde.
Sadede gelirsek; bakın özel kanal olmanız, size toplum karşısında dilediğiniz içerikte program yapma hakkını vermiyor. İster özel olun ister olmayın kamuya yayın yapmaktasınız. Eğer kamuya yayın yapmak ne demek bilmiyorsanız, size biraz kamu yayıncılığı çalışmanızı öneririm. Tabii bu düşüncem sadece bu programın yayınlandığı, kuruluşunda ciddi emek verdiğim kanalı değil, tüm özel kanalları ilgilendiriyor. Bu işten alınacak hiçbir ders olmadığını, sizin bu sorumlulukların hepsinin farkında olduğunuzu söylemeyin sakın, yaptıklarınız öyle demiyor.
Geçen hafta televizyon yayıncılığında içerik açısından kaygı duyulacak tek konu bu olsaydı keşke. Malum geçen hafta sonunda Galler’de NATO zirvesi vardı. Bu zirve, son otuz kırk yılın belki de en kritik zirvesi olarak geçti tarihe. Nato Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, açılış konuşmasında, Ukrayna/Rusya gerginliğini ve İslam Devleti Örgütünün yol açtığı sorunları kastederek, “Bugünün dünyasında, bir kriz yayıyla çevrilmiş durumdayız” dedi. Rasmussen’in sembolik anlamda içine dünyayı oturttuğu kriz bölgesinin tam ortasında oturan aslında bizleriz, Türkiye. Kuzeyimizde Ukrayna ve Rusya neredeyse savaşa sürükleniyorlar; hemen sınırımızın dibinde ise İD savaşçıları cirit atıyor. Dünya kamuoyu gelişmeleri kaygıyla izliyor, bizlerin ise olan bitenden haberi bile yok. Saatlerce canlı yayın yapan haber kanallarımızdan hiçbiri Nato zirvesinin açılışını canlı yayınlamadı, yayın ellerinde olduğu halde hem de, ve saatlerce aynı konuşmaları canlı yayınlamayı çok sevdikleri halde. Bütün dünya CNN International ve BBC World üzerinden zirvenin açılışını izledi, bizim haberimiz bile olmadı. Sonraki günlerde de bizim televizyonları izleyince, zirve deyince sanırsınızki hepsi hepsi Erdoğan ile Obama arasında bir Fethullah Gülen zirvesi yapıldı !
Demeye getirdiğim, sorunumuz sadece özel kanalların eğlence programlarındaki ilkesizlikler değil, haber yayıncılığımızda da çok benzer sıkıntılar var. Hadi üzerinizdeki siyasi baskılar nedeniyle bazı konulara giremiyorsunuz diyelim, haberciliğiniz kimsenin neden yaptınız diye size kızmayacağı dünya krizinin görüşüldüğü bir zirveyi bile hakkıyla yapamayacak kadar mı kötüleşti ? İnsaf.