"Ben halkın bacısıyım, siz kim oluyorsunuz anam?"
"Ben her gece yastığa başımı huzur içinde koyuyorum, vicdanım rahat, siz kendinize bakın anam!"
Seda Sayan’ın artık herkes tarafından ezbere bilinen azarında önemle vurguladığı noktalardan biri “yastığa başını huzur içinde koymak”.
Yaşanan rezillik ne olursa olsun, rahatlamış bir vicdanla uykuya geçme yeteneğine sahip olanların ülkesinde yaşıyoruz artık. Maden kazaları, iş cinayetleri, kadın cinayetleri, çocuk cinayetleri, orantısız güç kullanımı, insanlık dışı selfie’ler sadece “bir avuç azınlığın” kendine dert ettiği meseleler. Bu haddini bilmez azınlığın tek derdi, güzelliği tartışılmaz büyük resme zarar verecek detaylar aramak.
Siyasetin ayrıştırıcı dili sokağın her köşesine sinmiş durumda. Artık spor da aynı dilden konuşuyor sanat da. Rezillikler, yerli yersiz kullanılan yüzdelik dilimlerle açıklanıyor, aklanıyor.
Özellikle 80 sonrasında sıklıkla duyduğumuz “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” tehdidi, yerini “Sen kim oluyorsun?” üslubuna bırakmış durumda.
Bir zamanlar üst kademelerden birinin tanıdığı olmak silahını elinde tutan sokağın dili, artık gücünü yüzdelerden alır durumda. Seda Sayan’ın parmağının ucunu gösterip “Siz kimsiniz, siz şu kadarsınız be!” deyişi boşuna değil. “Halkın gücü” arkasında ne de olsa...
Stüdyoda, öfke kontrolünü yitirmiş bir şekilde sağa sola gezinirken, bir ajans tarafından günlüğü 20 liraya kiralanmış seyirci kitlesinin onayıyla coştukça coşuyor Seda Hanım. O seyircilerin sadece alacakları 20 lira için alkışladığını düşünmek safdillik olur; inanıyorlar bacılarına. Onun sevgisine mahzar oldukları kadar, bir anda öfkesinin hedefi olabileceklerini de biliyorlar çünkü.
Sponsorlarının çekilmesine neden olanlara saydırırken, tam da buradan vuruyor Seda Sayan. “Buradan kaç kişi ekmek yiyor, sayemde kaç eve para giriyor, emekten yana olduğunu söyleyenler bunu hiç düşünüyor mu?” derken, rezilliği savunmak için verdiği savaşta “taraf” olmayanların akşam eve eli boş döneceğini söylüyor açıktan. Emek mücadelesinin, insanlık değerlerini savunma mücadelesi olduğunu, biat kültürüne karşı durma cesareti olduğunu hiçe sayarak, bir güç gösterisi yapıyor.
Kişisel hikayesini kullanıyor. Dayakçı bir baba, ezilen bir ana. Çünkü biliyor ki, “Bakın ben nerelerden geldim hikayeleri” ile oluşturuluyor en güvenilen insanların listeleri. Özel gecelerin astronomik ücretli konserleriyle vergi rekortmeni olmak, devletin açtığı kapılarla okullar yaptırmak bu gücün maddi karşılığını oluşturuyor. “Bu güce tapmaz, bu gücün kararlarının arkasında durmaz, bu gücün küstahlıklarını alkışlamazsanız siz de o zavallı azınlıktansınız, tercihinizi ona göre yapın,” diyor bir anlamda. Kendinden emin. Bütün bu dediklerine sonuna kadar inanıyor. Alkış aldıkça coşuyor. Çünkü onun “kalbini biliyor” sevenleri.
Erkek egemen bir dili yeniden üretmesinden keyif alanların “Delikanlı Kadın”ı, acılarla dolu geçmişini başarısının sırrı belleyenlerin “Kadırgalı Aysel”i hata yapmış olma ihtimalini düşünmüyor. Düşünülmesine izin vermiyor. Özür dilemenin bir erdem değil bir zayıflık olduğuna inanıyor. Çoğunluğun karar vericilerinden olmak, özür dilemeyi değil diletmeyi gerektiriyor. “Sakın gelmeyin üstüme,” diyor, “sakın, sakın, sakın!”
“Sponsor dediğin nedir ki, biri gider biri gelir,” kendinden eminliğinde. Sponsorluk anlaşmasına engel olmak isteyenlere aba altından falan değil, doğrudan sopa sallıyor. “Senin botoksun-benim botoksum” haykırışları havada uçuyor. Botoksunu göğsünü gererek söyleyecek mertlikte bir kadın o. Halkı da onu bu yüzden seviyor, korkusundan değil.
Kendi bakış açısıyla haklı, gücünü öyle bir sergiliyor ki, her gün yastığa başını huzur içinde koyuyor elbette. Güce tapmayanların, insanlık değerlerini sorgulaması umuruna değil. Biat etmeyenlerin, güçten değil eşitlikten yana olmaları umurunda değil. İktidarın her türlü silahını kuşanmış, huzur içinde uyuyor.
Ama vicdan meselesi farklı. O da biliyor ki, vicdan her zaman kolayca kafese konabilen bir kuş değil.
Vicdan, günü geldiğinde yüreği parçalayan bir kartal.
Şunu bilmiyor: Bu ülke, bu dünya sadece “Siz kimsiniz?” diye haykıranların değil, her gece yastığa başını huzursuz koyanların da dünyası.
O huzursuz ruhlar her gece, rating tablosundaki birkaç rakamın değil, öldürülen kadınların, işçilerin, çocukların, gençlerin yüzünü görüyorlar kabuslarında.