6 Şubat'ta Ölen Canlarımızı Unutmayacağız Sorumlulardan Mutlaka Hesap Soracağız
6.2.2024
***

Başka hiçbir kelime ile anlatamadığımız “Deprem”in üzerinden bir tam yıl geçti. 6 Şubat 2023’te meydana gelen ve 11 ili kapsayan depremler, sonuçları önlenebilir olmasına rağmen büyük bir felakete dönüştü. Biliyoruz ki, bir doğa olayı olan depremi felakete dönüştüren, gelmiş geçmiş tüm iktidarların, ama en çok da son yirmi yıllık AKP iktidarının altyapı ve inşaat projelerinden ibaret olan ekonomik modeli ve acımasız rant politikalarıdır. Deprem ülkesi olduğumuz gerçekliği ortadadır. Akla dayalı, bilimsel önlemler ve halkın ortak iradesiyle şehirlerimizi dönüştürme olanağımız vardı. Bunların hiçbiri yapılmadı. Afet sonrası için de hazırlık yapılmamıştı. Bugün daha çok insanımız yaşıyor olabilirdi. Devlet sahaya ancak depremin üçüncü günü ulaştı. Göçük altında kalanlar günlerce kurtarılmayı bekledi. Oysa devlet kendini diğer şehirlerdeki protestoları engellemeye çalışırken gösterdi. Kurtarma çalışmaları devam ederken apar topar enkaz kaldırma çalışmalarına başlandı. Halkla dayanışan örgütlü muhalefet güçlerini engellemek için OHAL ilan ettiler. Devlet resmi olarak 50 bin kişinin öldüğünü açıkladı. Bilim insanları ve halka göreyse kayıplarımız çok daha fazlaydı. Nihayet bir yıl sonra, o zamanın Çevre ve Şehircilik Bakanı olan Murat Kurum, depremde kaybettiğimiz insan sayısının 130 bin kişi olduğunu ağzından kaçırdı. 2018 yılındaki imar affının mimarı da kendisiydi. Muhalif partilerin, depremde kaybolan insanlar ve refakatsiz kalan çocuklarla ilgili verdiği soru ve araştırma önergeleri mecliste mükerrer olarak reddedildi. Aynı siyasi irade, daha geçen gün deprem bölgesinde, oy vermezlerse hizmetin gelmeyeceği manasına gelecek şekilde halkı tehdit ediyordu. Afet sınıfsal çelişkileri de ortaya çıkardı. Bölgede halkın tarım, turizm ve küçük işletmelere dayalı ekonomisi neredeyse tamamen çöktü. Birtakım fabrikalar ve zincir marketler ise evleri yıkılmış, yakınlarını kaybetmiş emekçileri işe çağırıyordu. Vergilerimiz ve deprem için toplanan özel iletişim vergileri nerede diye sorduğumuz sırada; halktan bir kez daha büyük bir şovla yardım toplandı. Bu yardım paraları nereye, nasıl harcandı; hala bilmiyoruz. Derken Kızılay’ın halkın beklediği çadırları sattığını öğrendik. Çadır kentler sele kapıldı. Ve sayamayacağımız kadar çok ihlal, ihmal yaşandı. Tek bir kamu görevlisi istifa etmedi. Bir yılın sonunda insanlarımız hala daha konteyner kentler ve çadırlarda yaşıyorlar. En temel ihtiyaçlar olan sağlık, eğitim, beslenme, su ve hijyen malzemelerine erişimleri kısıtlı olarak hayatlarını yeniden kurmaya çalışmaktalar. Kadına yönelik şiddetle ilgili önleyici tedbirlerin alınması şöyle dursun, bir acil eylem planı olmadığını da gördük. Afet öncesinde 6284 no’lu yasa ile koruma kararı aldırmış kadınların durumları ile ilgili bir düzenleme yoktu. Kolluk kuvvetleri sayıca yeterli ve etkin değildi. Çadırlar aile ismine verildiği için şiddet uygulayan eşlerinden ayrı yaşayan veya boşanma aşamasındaki kadınlar, şiddet failleri ile aynı yerde kalmak zorunda bırakıldılar. Çadır ve konteyner kentler kadınların güvenliğine göre düzenlenmemişti. Bu koşullarda, yalnız yaşayan kadınlar ve LGBTIQ+lar aile evlerine dönme seçeneğine zorlandılar. Bölgede bireysel silahlanmanın artması, kadınların güvenliğini daha da tehlikeye attı. Örneğin, Nisan ayında bir kadın kardeşimiz, çadırda babası tarafından ateşli silahla öldürüldü. İstanbul Sözleşmesi’nin gerektirdiği gibi, şiddetle mücadelede kurumlar arasında olması gereken koordinasyon sağlanamadı. Şiddetle karşılaşan kadınların başvurabileceği herhangi bir mekanizma çok uzun bir süre mevcut değildi. Afet sonrası kadına yönelik şiddeti önemsizleştiren anlayış yüzünden kadınlar her zamankinden daha çok tehlike altına girdi. Basında bile kadına yönelik şiddet görünmez oldu. Ancak, kadın örgütlülüğü içerisinde kadınlar birbirlerine destek oldular ve alınması gereken sorumluluk konusunda kamuyu zorladıkça birtakım adımlar atılabildi. Kendi sorumluluklarını “Kader planı” diyerek geçiştirmeye çalışanlara tekrar söylüyoruz: Kadın cinayetleri de, depremlerde ölümler de kader değildir. Bu yıkım, siyasi iktidarın rant politikalarının sonucudur. Depremlerde can ve mal kayıpları önlenebilir. 6 Şubat 2023’ten beri açıkça gördüğümüz şudur ki, canımızı, malımızı, sevdiklerimizi ve kentlerimizi siyasi iktidarların keyfiyetine veya vicdanına bırakamayız. İnsanca yaşayacağımız şehirleri var etmek için örgütlenmeliyiz. Biz kadınlar, göçük altında ölüme terk edildiğimizi unutmayacağız. Örgütleneceğiz ve depreme dirençli kentleri mücadelemizle var edeceğiz.