Türkiye’de kadınların yaşam hakkı tehlikede ve devlet kadınların en birincil insan hakkı olan yaşam hakkını koruyamamakta. Kadınlar, her insan gibi evrensel, anayasal, yasal haklarını kullanmak istediğinde erkekler tarafından öldürülüyorlar. Gücünü ve çıkarını kaybedeceğini düşünen erkek, kadının en doğal hak talebine şiddetle karşılık veriyor. Şartları olumsuz da olsa boşanarak ya da ilişkisini bitirerek hayatıyla ilgili tercihini kullanmak isteyen kadının cesaret ve özgüveni karşısında erkeğin şiddete dayalı yapay hakimiyet dünyası yerle bir oluyor. Bunun sonucu “ya benimsin ya toprağın” kodu devreye giriyor. Arkası kadın cinayetleri. Bu nedenle kadın cinayetlerini “töre cinayeti”kapsamı içinde düşünmek yanıltıcı.
Kuşkusuz modernleşme ve kentleşmenin kadının ve erkeğin ilişki içindeki rolleri bakımından yarattığı değişiklikler önemli. Kadının iş hayatına katılması, toplumsal hayatın bir parçası olması, mutsuzluğu bir kader olarak kabul etmemesi, eşit olarak kabul edilmeyi istemesi adeta kozasını yırtarak ortaya çıkması. Erkeğin kültürel kodları bakımından bu çıkış şiddetle bastırılması gereken bir olgu hâline geliyor. Erkek, aslında kadının doğasında var olan yaratıcılığı ve gücü karşısında, zaaf ve güçsüzlüğünü aktif ya da pasif şiddet uygulayarak bastırmışken, bu değişim onda bir yetersizlik ve yenilgi duygusu yaratıyor. Türk toplumunda daha belirgin olan ve iktidarda cisimleşen şiddet bu sefer yine eril iktidar üzerinden kadını vuruyor.Eril tahakkümü olanaklı kılan iktidar ilişkileri bu anlamda, ekonomik ve yasal düzenlemelerle işleyen, duygusal ilişkilerde saklı, dil, kültür ve anlam sistemleri ile iç içe yaşayan çok boyutlu bir işleyişe sahip.
Erkeklik, sürekli başka konumların ne olması gerektiğini belirleme hakkını kendi elinde tutan ve bu sayede kendi bulunduğu konumu sorgulama dışı bırakan bir iktidar konumu. O hâlde şu soru anlamlı. Sözkonusu erkeklik tahakkümüne karşı çıkacak farklı bir tür erkeklik inşa stratejisi ve politikası gelişebilir mi? Bunun için bu egemenliğe karşı farklı duruş sergileyebilecek farklı erkeklik deneyimlerini açığa çıkartmak, bu farklı deneyimlerin nasıl oluştuğunu anlamak gerekir.
Kuşkusuz kadınların toplumsal rolleriyle bağlantılı nedenlerle işlenen kadın cinayetlerinin ceza hukukunu ilgilendiren önemli bir boyutu bulunmakta. Türkiye’de kadınlara yönelik cinayet oranı son istatistiklere göre 2002 ile 2009 yılları arasında yüzde 1400 artış göstermiş. 2002 yılında öldürülen kadın sayısı 66 iken, 2009’un ilk yedi ayında bu sayı 953’e çıkmış. Resmî kayıtlara göre, 2003’te 83, 2004’te 128, 2005’te 317, 2006’da 663, 2007’de 1011, 2008’de ise 806 kadın cinayeti işlenmiş.
“Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu” bu konuda önemli bir mücadele yürütüyor. Platform, Türk Ceza Kanunu’ndaki kasten öldürme, intihara yönlendirme, yaralama, eziyet, tehdit ve kişi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının kadınlara yönelik olarak işlenmesi durumlarının nitelikli suç ve cezada ağırlaştırıcı neden olarak düzenlenmesini önermekte. Ayrıca öneriler arasında nitelikli bu suçların işlenmesi durumunda haksız tahrik hükümleri ile takdirî indirim nedenlerinin uygulanmaması da bulunmakta. Bu yaklaşımla TCK’da töre saiki yanında kadın saiki de ağırlaştırıcı bir neden olarak kabul edilmiş olacak. Platform üyeleriyargı paketinin Meclis’te görüşülmeye başlandığı gün öldürülen kadınların aileleri ve milletvekilleriyle birlikte Meclis önünde eylemde bulundular. Ancak önerileri yargı paketine girmedi. Meclis’in önümüzdeki dönemde bu öneriyi ciddiye alarak yasalaştırmasının kadın cinayetlerinin önlenmesi açısından etkili olacağı açık.
Ayrıca 6284 sayılı kanunun uygulamasındaki polis zafiyetleri ve keyfilikleri kadın cinayetlerinin önlenememesinde büyük bir etken. İktidar ve Meclis eril şiddeti önlemede isteksiz davranarak, ahlaki, siyasi ve vicdani sorumluluk altına giriyor. Platformun toplumsal bilinç yaratmaya ve kamuoyu desteği sağlamaya yönelik etkinliklerde bulunmaya devam etmesi, medyanın da bu çabaya destek vermesi gerekiyor.