5 Aralık 1934, Türkiye’de kadınların ” seçme ve seçilme hakkı” verilişinin 80. Yıl dönümü… 3 Aralık Dünya Engelliler Gününü, 4 Aralık Madenciler Gününü kutlayamadığımız gibi bugünü de kutlayamıyoruz.
Çünkü 80 yıl önce gayet ilerici bir hamle olarak kadınlara verilen bu hakkın maalesef geçen bunca yılda içi doldurulmamış, bırakın!
Kadınlar hangi partiye oy verebileceğinin kararını, kendi hayatlarına nasıl yön vereceklerini bile kendileri “seçemez” hale gelmiştir.
Devlet eliyle toplumun “dindarlaştırılmaya” çalışıldığı, eğitimin ve devletin diğer baskı araçlarının bu amaçla hizmete sokulduğu bu iktidar döneminde; gündelik hayatını bile iktidar seçkinlerinin istediği gibi düzenlemeyen, hatta tanımlamayan herkesin dışlanacağı açıktır.
Hal böyleyken; muhafazakâr ve otoriter düzeni sorgulamayan, tartışmayan, demokratik tavır koymayan herkes bu gidişattan sorumlu olacaktır.
Özellikle “ikinci sınıf insan” muamelesi gören, ezilen, öldürülen, cinselliği ve hayatını “ özgürce” yaşama hakkı elinden alınan kadınların bu gidişe “Dur!” demesi, boynunun borcudur.
Bu dinselleştirme ve baskı politikalarının son örneği; MEB şurasında görüşülüp hayata geçirilmeye çalışılan ilkokul 1, 2, 3. sınıflarda din kültürü ve ahlâk bilgisi okutulması, ana okullarda ise adının değiştirilerek- Değerler Eğitimi olarak- verilmesi, karma eğitimin kaldırılmaya çalışması gibi son derece akıldışı uygulamalardır.
4+4+4 yasasından sonra 260 bin kız çocuğunun ikinci kademe okullara gönderilmediği gerçeğiyle karşı karşıyken hükümetin bu uygulamalarla ne hedeflediği çok açıktır.
Kadını kamusal alandan silmeye çalışan, cinsiyetçi politikalarını küçücük yaşta din derslerini zorunlu hale getirerek “ Kutsalıma Dokundurtmam!” şiarıyla dikte eden, “kendi gibi bireyler yetiştirmeye çalışan bu muhafazakâr ve otoriter iktidar tıpkı Hitler’in kadınlara öngördüğü 3K yani; çocuk ‘kinder’ , mutfak ‘kuche’, klise ‘kirche’ formülü gibi yok olmaya mahkûmdur.
5-8 yaş din eğitimiyle çocuğun “anlam arayışı ve kendini sorgulama” gibi ihtiyaçlarının karşılanacağı argümanıyla ve yine “Toplum istiyor” bahanesiyle manipüle edilip dayatmaya çalışan bu uygulamalar bilim dışıdır.
Psikolog, pedagogların belirttiği üzere 11 yaşından önce çocuğun soyutlama kavramı gelişmemiştir. Cennet- cehennem, günah-sevap vb. ikilemlerle olsa olsa çocuğu korkak, cinsiyetçi, travma yaşayan bireyler olarak yetiştirmeye çalışan iktidar kendine biat eden, sorgulamayan, itaatkâr kullar yaratma peşindedir.
Kızlı- erkekli eğitimi dinsel önyargılarla ve cinsellikle bütünleştiren bu aklı evveller dedeleri yaşındaki kocalara verdikleri kızlarının kocasından şiddet gördüğü, işkenceye uğradığı halde” kadının yeri kocasının yanıdır” mantığıyla ölüme gönderdikleri kadınların kız kardeşlerinin, analarının hesabını nasıl verecekler?
Öldürülen kadın kardeşlerimizin kanıyla elleri kirliyken bir de çocuklarımızın beynini kirletmeye çalışan bu gerici-dinci uygulamaların önüne ancak bileşmek, sesimizi yükselterek çıkabiliriz.
Özellikle doğurgan kimliğiyle (gerçi ona da kaç tane doğuracağı, sezaryenle doğurup doğurmayacağına dahi karışan iktidar ) kadının rolü bu mücadelede çok daha fazladır.
Salt kendi bedeni ve beynine sahip çıkmanın yanında ölmemek, öldürülmemek, öldürmemek üzere büyüteceği çocukların da bilinçli, eşit, özgür bireyler olarak yetişmesi için kadınlar burada bir adım daha ileride durmak zorundadır. Ancak o zaman; kadın cinayetlerinin önüne geçmede, farkındalığın artmasında genç beyinlerin özgürce düşünerek eşit bir dünya kurulmasında da ilerici, aydın, güçlü kadınlar olarak üzerimize düşeni yapmanın bilinciyle erinciyle rahat uyuyabiliriz.
Muhafazakâr ve otoriter iktidarın en alttan başlayan bu uygulamalarla normalleştirmeye, sindirmeye çalıştığı gerici-dinci yöntemlerinin farkındayız, güçlüyüz ve boyun eğmeyeceğiz!