Geçtiğimiz hafta Erdoğan’ın önce kadınların yüzyıllık haklarına saldırıp ardından bunu aynen devam ettiremediğinden, kadınlarım mücadelesi sonucunda geri adım atmak durumunda kaldığından söz etmiştik.
Bu hafta buna benzer başka gelişmeler de oldu; Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam dün Meclis’te “kadına yönelik şiddete sıfır tölerans” dedi. Bugün de Davutoğlu, ilk defa kadınların yanında yer alan açıklamalar yaptı. Bütün bunları nasıl değerlendirmeliyiz?
Bilindiği gibi kadınlar uzun bir süredir başta kadın cinayetleri olmak üzere şiddeti durdurmak için mücadele ediyorlar. Yine uzun bir süredir, çözüm yolları için yapılması gerekenlerin en başına, “cumhurbaşkanı, başbakan ve tüm parti liderleri şiddeti kınayan açıklama yapsın” talebini yazıyorlar. İlk yapılması gerekenin “şiddete sıfır tolerans diyen bir siyasi irade ortaya koymak” olduğunu defalarca tekrarladılar, her düzlemde bu esas meseleyi dile getirdiler. Şimdi birkaç gündür hükümet cephesinden yapılan daha önce duymadığımız kadınların yararına açıklamalar bu taleplerin yerine getirilmesi için bir adım sayılabilir mi?
Bütünüyle kuşkudayız.
AKP’nin kadınlara ilişkin politikalarını hepimiz biliyoruz. Bunu uzun anlatmaya gerek yok. Ama buna bağlı olarak kuşkulanmamız için yeterince sebep var. Emin olmamız için kadın hareketinin talepleri yönünde somut adımlar atılması gerekiyor.
Peki AKP bu adımları atabilir mi? Hepimizin aklına bu onun “fıtratına ters” demek geliyor. Evet, onu kendi haline bıraktığımızda hep böyle olacaktır. Şöyle de bir gerçek var: Onu bu adımları atmaya ancak biz mecbur bırakabiliriz. Üstelik bunu için elimizde hem elverişli bir zemin hem de kendi mücadele olanaklarımız var.
Şöyle ki; açıklamaların bu döneme denk gelmesi tesadüfi değil: Kasım ayını kadınlar mücadeleyle geçirdiler. 25 Kasım dönemi Türkiye’nin her yerinden bütün satıhta “yeter” sesi yükseldi. Erdoğan’ın eşitliğe saldırısına karşı toplum resmen dalgalandı.
Tüm toplumun ve tarihin tersine konuştukları çok açık ortaya çıktı.
Kadın cinayetleri için konferans yapıldı, çözüm yolları gösterildi, kararlar alındı, mücadele edildi, sanatçılar videolarıyla, vekiller meclisteki güçleriyle, kadınlar eylemleriyle tam bir seferberlik içinde cevap verdiler kadın düşmanlığına. Meclisteki tüm partiler bu sene 25 Kasım’da somut şeyler yaptılar. Ve işte bunun sonucunda şimdi böyle konuşmak zorunda kaldılar.
Elimizdeki en büyük imkan kadın mücadelesidir. Mücadele ettikçe hakkımızı yedirmiyor ve yeni haklar kazanıyoruz.
Elimizdeki elverişli zemin, tarihin, dünya konjonktürünün ve dünyanın bütün kadınlarının bizim arkamızda olmasıdır. Kendi döneminde bu kadar kadın cinayeti olması AKP’yi de zora sokuyor. Bir zamanlar bugün kadına yönelik şiddet gibi “normalleştirilmiş” olan “sistematik işkence” idi. AKP nasıl bunu çözmek zorunda kaldı ve “sıfır tölerans” dedi ise kadın cinayetlerini de aynen öyle çözmeye mecbur kalacak. Bunu elbette mücadele ederek gerçek karakterine kavuşturabiliriz.
*
Son olarak Erdoğan’ın eşitlik ile açıklamaları sonrası başlayan “pozitif ayrımcılık” konusunda birkaç söz söylemek istiyorum. Onun sözlerini Ayşenur İslam ve başkaları bu kavramla açıklamaya çalıştılar, bulanıklık yarattılar. Pozitif ayrımcılığın “fıtrat” ile hiçbir alakası yoktur. Feminizmin ve onun tüm kavramlarının temel aldığı işleyiş “biyoloji” değil, toplumsal ilişkiler, toplumsal rollerdir. Belirtmek gerekir ki, kadın, erkek tüm insanlara, biyolojiye dayalı “özcü” bir yaklaşımın ucu, çok daha tehlikeli sulara; örneğin Nazizme kadar açılır.
Kadınlar bakımından ise feminizm demek, kadın ve erkek arasındaki biyolojik farkların bu kadar derin bir güç eşitsizliği ve toplumsal eşitsizlik yaratmasına itirazın adıdır zaten.
“Pozitif ayrımcılık”, “adalet”, “hakkaniyet” kavramları ve bunlar arsındaki farkları daha sonra başka yazılarda da ele almak üzere, Kasım ayının en iyi haberiyle, hoşçakalın.
Kasım ayında kadın cinayetlerinde geçtiğimiz aya oranla yarı yarıya azalma gerçekleşti. Mücadele ile azaltmayı başardık, durdurmayı da başaracağız.