Gülsüm Kav'ın röportajı Yarın Gazetesi'nde
Özgecan Arslan öldürüldü ve pek çok ilde eylemliliklerle bir nevi Türkiye ayaklandı. Bunu nasıl değerlendirebiliriz? Bunun temelinde yatan sebep nedir?
Evlerinde ana haber bültenlerini izleyen Türkiye toplumu her gün kadın cinayeti haberleri alıyor ve bu düzeyde olmasa da çeşitli düzeylerde buna çok tepki duyuyordu. Toplum bunu platformumuzun daha önceki büyük yürüyüşlerinde dile getirmişti. Ama bu kadar büyük bir bendin yıkılması, sele dönüşmesi ve toplumsal vicdanın ayağa kalkışı Özgecan kardeşimizin hayatını kaybetme şekli ile oluştu diyebiliriz. Nasıl ki Berkin hepimizin vicdanının attığı bir semboldü; burada da Özgecan öyle bir sembol oldu. Bizler kadın cinayetlerinde boşanmaya çalışmak, kendi hayatına dair karar almak gibi bir hak arayışını görüyoruz. Burada ise eve gitmek üzere minibüse binmekle başına bunun gelmesi ve hayatını kaybetme şekli öne çıkıyor. Vahşetin düzeyi toplumu ayağa kaldırdı. Aynı zamanda bir tür cinsel saldırı olması da toplumun başka bir duygusunu, daha geleneksel değeriyle ilgili yönünü öne çıkardı. Bizim toplumumuzda hem bir birikim hem de vicdanının attığı bir yer olur, bir sembol olur Berkin’de olduğu gibi. Esas olan şey bu. Örneğin Güldünya Töre’nin hayat kurtaran yer olan hastahane ortamında hayatını kaybetmiş olması gibi artık toplumun mantığının ve vicdanının kaldırmadığı bir şekilde olay gerçekleştiğinde vicdanlar ayaklanır.
Özgecan cinayetine nasıl bir yaptırım olabilir sizce hükümet kanadından? Bu bir dönüm noktası mıdır?
Bence bir milat olacaktır. Burada iki tane yol var. Yine bu olmamış gibi davranmayı, toplumsal tepkinin yatışmasını beklemeyi ve Türkiye’deki kadınların her gün devam eden en büyük sorununu çözümsüz bırakmayı en hatalı yol olarak izlemeyi deneyebilirler. Örneği de Soma’dır. Soma’da sadece şirketin patronuna indirgenerek konunun kapatılması denendi. Burada da hatalı seçenek olarak yalnızca katile ve onun işbirlikçilerine yoğunlaşıp konunun kapanması denenebilir. Bizim tehlikeli bulduğumuz ve izin vermememiz gereken şey de budur. Özgecan’ın kaybını Soma’ya çevirmelerine asla izin vermemeliyiz. İnsanlık adına bu kadar utanç verici birşey gerçekleştikten sonra ‘’insanlık ölmedi’’ diye toplumun kalkışması da çok moral verici ve bir imkan yaratıyor. Bu toplumsal tepkinin ben Güldünya’da olduğu gibi bir sonuca bağlanabileceğini ve bunun umudunun olduğunu düşünüyorum. Biz zaten bunun için uğraşacağız. Buradan hükümete, AKP’ye, devlete, devlette kadınları korumak üzere makamlarda oturarak maaş alan herkese sorumluluk yaptırımı çıkmadan bu davayı kapatamayız. Buradan çözümü ilerletmeliyiz. Bu toplumsal tepkinin dağılmaması, bir sonuca yönelmesi ve bir sonuç alarak çıkması için kadın cinayetleri konusunda somut bir siyasal iradenin ortaya çıkması için uğraşmalıyız biz. Meselenin esas kritik yönü de bu. Yani platformun çabası da budur. Özgecan’ın ölümünün hesabı da sorulacak ve onun nezdinde bütün kadın cinayetleri adına bir somut çözüm de elimize geçecek. Bu olayda bütün bir sorunu çözmek ve kadınları kurtarmak isteyen, bunca zaman televizyondan kadın cinayetlerini izlemiş bir toplum var, bu çok önemli bir imkan. Biz de bu yoldan Soma’daki gibi değil Güldünya’daki gibi olmasını, mevcut yasalara da yansımasını, şimdiye kadar talep ettiğimiz ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının yasalaşmasını ve indirimlerin kaldırılmasını istiyoruz. Tüm Türkiye sathında, her ilden ses geliyorsa ve bütün toplum bu davaya müdahil olup bunu istiyorsa bu sonucu da alacaktır. Burada AKP’nin işi de zor. Bundan kolay kaçış yok. Artık sadece Özgecan’ın davasında ağır ceza verilmesiyle yatışacak bir konu değil bu. Tüm kadın cinayetlerinde ağırlaştırılmış müebbet yasalaşmalıdır. Herkes zaten Özgecan için değil sadece, kadın cinayetlerine artık yeter diyor.
Kadın cinayetlerinin durdurulması için sizin 5 temel talebiniz var onlardan bahsedebilir misiniz?
Kadın cinayetleri durdurulabilir. Ölmesi için hiçbir sebebi olmayan, sağlıklı kadınların erkek eliyle, erkek şiddetiyle öldürülmesinden söz ediyoruz kadın cinayeti dediğimizde. Dolayısıyla bir doğal afet değil. Doğal afet olsa bile daha az kişi ölebilir. Sanki çok zor bir mesele gibi ele alındığı oluyor. Ben en başta buna itiraz ediyorum. Durdurulabilir, bunun için çok yeni bir keşif yapmamız gerekmiyor. Dünyada pek çok ülkede kadın cinayeti istisnai kalmış durumda. Oralarda neler yapıldıysa biz de onu yapmalıyız. Birincisi, çok önemli etki yaratacak olan, cumhurbaşkanı, başbakan ve siyasi parti liderlerinin siyasal tutum alması. Yani cinayet işleyen erkeğe karşı kınayarak açıklamalar yapması, bu konuda siyasi irade ve kararlılık gösterilmesidir. Örneğin Türkiye’nin sistematik işkence ile mücadelesi örnek oluşturabilir diye düşünüyoruz. Öğrencilik hayatımda Türkiye karakollarına düşmek, tırnak içerisinde “tezgahtan geçme” normalleştirilmişti. O zamanlar polisin psikolojisiyle açıklanırdı ve bu olağan kabul edilirdi. Sonra bu konu ile ilgili “işkence mutlak yasaktır, sıfır tolerans” diye önemli bir siyasi irade ortaya konuldu ve uygulamalarıyla da hayata geçirildi. İşkenceyi yapana cezai yaptırımı oldu. Ona göre hekimler de eğitildi, işkencenin belgelenmesi ile ilgili çaba gösterildi. Çok yönlü ama net bir siyasi duruşla geriletildi. Bu bakımdan “kadına şiddet mutlak yasaktır” diyen, erkeği kınayan açıklamalar ve bunların somut uygulaması gerekiyor. Somut uygulamada yine anlaşılmaz ve çok soyut birşey değil. Bizim elimizde mevcut bir koruma kanunu var, uygulanmıyor. İşte ikinci talebimiz bu. Daha önceki yıllara göre iyileştirilmiş 6284 sayılı etkin bir korunma kanunu var. Fakat bu kanun uygulanmıyor. Bu bizim söylediğimiz birşey değil. Mecliste nihayet bir Şiddet Araştırma Komisyonu kuruldu ve bu komisyona Emniyet Genel Müdürlüğü’nün yaptığı sunumda, Emniyet Müdürü’nün kendisi 23 kadının koruma altında öldürüldüğünü söylüyor. Yani kadınların korunamadığını ikrar ediyor. Mesela bu 23 kadının korunamaması ile ilgili herhangi bir dava açıldı mı ben çok merak ediyorum. 6284 sayılı korunma kanununu etkin uygulamayana yaptırım da uygulanması gerekiyor halbuki.
‘Görevini yerine getirmemek’ olarak algılanmalı yani...
Tabii ki. Bu bakımdan uygulanması için imkan ve olanak sağlamak da kritik aynı zamanda. Üçüncüsü ceza yönü... Bizim epey bir zamandır meclis raflarında bekleyen, özü itibarıyle bir kadın cinayetinin, cinsiyet ayrımcılığının ağırlaştırıcı bir sebep sayılmasını öngören ceza kanununa bir ek madde teklifimiz var. Burada ceza kanununun nitelikli haller başlığındaki maddesine, ‘sadece cinsiyet ayrımcılığı nedeniyle öldürülmek’ girseydi, Özgecan yaşıyor olabilirdi. Güldünya Töre’den sonra "namus" adına işlenen cinayetlerde hukuktaki adıyla "töre saiki" ile öldürmek ağır cezaya tabi oldu ve bir azalma gördük, etkili oldu.
Dördüncü maddemiz, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’ndan kadın ifadesinin kaldırılmasının şiddeti artırdığını düşünüyoruz. Genel olarak AKP’nin siyasi tutumu, kadınlara bakışı; kadının ayrı bir varlık olduğunu ve haklarını tanımamak, onu aile içerisinde görünmez kılmak şeklinde. Evet, kadın ailenin bir üyesidir. Ama ayrı bir varlığı vardır. Bunu tanımak zorundalar. İşte siyasi irade buradan başlayacak. Kadının ayrı varlığı ve hakları tanınacak. Bu toplumda onlara oy veren pek çok kadın da kendi hayatlarına dair karar almayı talep edebiliyor. Kadınlar bu yüzden öldürülebiliyor. Bu Türkiye toplumunun tarihsel bir gerçeğidir. Kadınlar kendi hayatlarına kendileri karar vermek istiyorlar. Bunu tanımama yönünde bir siyasetle devam eden AKP, Bakanlıktan da kadını yine görünmez kılarak ismini kaldırmıştı. Buna da o zaman itiraz etmiş ve Kadın Bakanlığı istediğimizi belirtmiştik. Çok acı sonuçlarını yaşadık. Sürekli kadınların hayatlarının düzenlenmesi gibi çağlar öncesinin bir düşünüş biçiminin derhal terkedilmesi gerekiyor. Ama ne yazık ki son yıllarda Türkiye’de böyle bir iklim yaratıldığı için çok büyük cesaret kazanan erkek egemenliği çağlar öncesinin en canice bakışıyla, tıpkı IŞİD’in yöntemleriyle kadınları öldürmeye başlamış durumda.
Beşinci maddemiz ise bütün toplumun ihtiyacı olduğu gibi, kadınların da ihtiyacı olan toplumsal cinsiyet ve cinsel yönelim eşitliğini temel alan bir anayasadır. Bu maddelerin aslında tamamı politik. Çünkü kadınların eşit olamayacağına, fıtratları gereği bunu yaşadıklarına dair beyanlar veren bir cumhurbaşkanının yarattığı iklimde şiddet uygulayan erkekler; ya da Özgecan’ı öldüren fail gibi insan bile denilmeyecek bir tür doğuyor. Bu sonuçları artık görmek ve zaten çağlar öncesinin düşünüş biçiminden çıkıp bu çağın gerektirdiği kadınların haklarını tanımak, toplumun bu gerçeğini görmek ve anlamak zorundalar. Bunu anlamak için Özgecan’ın ölmesi gerekmezdi. Artık Özgecan’ın hayatını bu şekilde kaybetmiş olması ve buna yönelik toplumsal tepki AKP’yi de zor durumda bırakıyor. Biz bunları uzun bir zamandır söylüyoruz. Bu maddelerin bir kısmını yerine getirmek üzere elinde bütün imkanları bulunan devlet dediğimiz aygıtın sorumlu tarafları kıpırdasaydı bile Türkiye’de hava değişir, kadın cinayetleri yarı yarıya azalırdı. Ben buna yüzde yüz eminim. O kadar eminim ki, tüm paketi uygulamayı bırakın birinci veya ikinci madde ile ilgili “korumadın mı?”, “korumayan polis kimdi?”, “ben bununla ilgili soruşturma başlatıyorum” gibi bir hava estirseydi bile durum değişirdi. Tümünü uygulasa zaten memlekette kadın cinayeti kalmaz. Ama bu böyle olmadı. En son geldiğimiz noktada, şöyle bir değişiklik oldu. Kadınların mücadelesi sonucu mecliste Şiddet Araştırma Komisyonu kuruldu. Özgecan cinayetinden önceki haftalarda, kadın cinayetlerinin kendisini zora sokan bir problem olduğunun farkındaydı hükümet. Çünkü 21. Yüzyıldayız ve dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan bir şey Türkiye’de var. Kadın cinayetleri Türkiye’de var. “Bunu çözmek istiyoruz” tonu var ama yine gereğini yerine getirmiyor.
Platform aynı zamanda meclisle de görüşme gerçekleştirdi. İzleniminiz nedir? Nasıl bir sonuç aldınız?
Meclise iki defa gittik. Birinci gidişimizde Kadına Yönelik Şiddeti Araştırma Komisyonu kurulmuştu. Oradan bir davet aldık, görüşlerimizi gittik ve orada sunduk. İkincisinde ise ertesi hafta Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanı davet etti. Bu da bizim için çok olumlu ve önemliydi. Onun da davetine icap ederek gidip çözüm önerilerimizi anlattık. İki hafta üst üste mecliste çözüm aradık ve çözüm götürdük diyebilirim. Kadına Yönelik Şiddeti Araştırma Komisyonu’nun oluşumunu biz önemsemiştik. Komisyon toplantılarını da takip etmeye çalışıyorduk. Dünya görüşleri farklı olsa da 4 partinin ortaklığıyla kuruldu. Meclisin bu sorunu çözmek için ortak bir irade göstermesini önemli gördük. Hatta kurulduğu anda hemen dava takvimimizi gönderdik. “Madem şiddeti araştırıyorsunuz buyurun şiddetin en üst düzey yaşandığı yer kadın cinayetleri” diyerek cinayet davalarını gönderdik. Takip ettiğimiz davalara da davet ettik hatta komisyonu. Henüz o davalara icabet etmediler ama bizi oraya davet ettiler. Tabii AKP bizden hoşlandığı için bu davet gelmedi. Biraz bizi davet etmeye mecbur kaldılar. Çünkü komisyonun toplantı tutanaklarını okuduğumda; AKP, CHP, MHP ve HDP’nin tamamı şiddeti bizim platformun verilerine göre konuşuyor; bütün partilerde, meclislerde bulunan milletvekilleri platformun adını anıyor. Hemen her toplantısında platformumuz geçiyor. Orada çözüm arayışı olumluydu. Somut şeyler arayışı olumluydu. Mesela şiddetin normalleştirilmesine çalışan durumlar olduğunda ona refleks göstermesi olumluydu. Ama çok tehlikeli ve olumsuz bulduğum şeyler var. Kadınlar lehine yapılmış diye saydığımız 6284 korunma kanununun bazı yönlerini revize etmeyi çok sık dile getiriyorlar. Bu çok tehlikeli, bu kanun tam olarak uygulanmadı bile. Tam olarak uygulanmamış bir kanunu ölçmeye çalışıyorlar. Kafalarındaki şey, kadınların kazanılmış haklarının geri alınması için bir revizyon olabilir. Buna kalkışmasınlar. Zaten laf arasında “bizim kültürümüze tam uyuyor mu uymuyor mu” diye tartışmaya açıyorlar. Bir olumsuz yönü de Boşanmış Mağdur Babalar Derneği’ni dinledikleri halde asıl orda dinlenmesi gereken öldürülen kadın kardeşlerimizin ailelerini, yaralı kadınları, şiddete maruz kalan özneleri dinlemediler henüz. Umarım dinleyeceklerdir, bunu da dile getirdik. Madem çocukarıyla görüşememekten dolayı mağdurmuş babalar, annelerini hiç göremeyen çocukları niye dinlemiyorsun? Kadın cinayetiyle kaybettiğimiz kadınların ailelerini dinlemeliler. Bunu dile getirdik. Ama henüz bunu yapmadılar. Daha objektif bir adım bekliyoruz komisyondan. Biz de yıllardır somut adım atın dediğimiz için, somut adım atıldığı her durumda da çözümü ilerletmek için elimizden gelen çabayı gösterdik. İkinci hafta Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu’ndan davet aldık. Oraya gidip aynı şeyleri söyledik. İki hafta boyunca ikisinde de kadın cinayeteri konusunda daha önce konuştuğumuz gibi bir tür alarm verilmesini, özel önlemler alınmasını, açıklama yapmakla yetinmeyip uygulanmasını belirttik. Zaten bunun sorumlu tarafları var. Bu sorumlu tarafları koordine edip uygulayacaksınız. Devletin kocaman o imkanlarıyla o aygıt, bir harekete geçse, hafif titrese şiddet uygulayan erkeğin ve korumayan polisin üzerindeki etki değişir. Bu bakımdan bunun bir an önce beklenmeden yapılması konusunda bu görüşmelerde çok ısrarcı da olduk. Soma’daki gibi aynı anda çok sayıda işçi kardeşimizin öldüğü bir ölüm beklemeyelim, bir an önce bunu yapalım diye de dile getirmiştik. Tam da geçen hafta söylediğimiz şey başımıza geldi diyebilirim. Özgecan’ın ölümü işte o fahiş olay. Hiç değilse bundan sonra harekete geçmeliler. Ama görüşmelere başlamak yine de olumludur. Elbette ki biz hem mücadele edeceğiz, hem müzakere edeceğiz. Zaten mücadele olduğu için bir müzakere de var. Bu müzakarenin temelinde kadınların varlığının ve haklarının tanınması var. Çok temel bir şey söylüyorum ama ihlal edilen şey bu. Zaten bunun için toplumdaki en modern biçimlerin hepsini geriye çevirmek isteyen bir yaklaşım var. Eğitimle karşımıza geliyor. Bence Özgecan’ın hayatını kaybetme şekli, eğitimde verilen mücadelelerin de haklılığını ortaya koyuyor. Özellikle Birleşik Haziran Hareketi’nin boykot eyleminin de ne kadar haklı olduğunun ne yazıkki çok can yakan bir göstergesi oldu. Orada örneğin okulundan dönüyordu evine ve onun böyle hayatını kaybetmesiyle ebeveynler paniğe kapılmış şekilde “benim bu yaşta çocuğum var okula nasıl göndereceğim” diye bizim yürüyüşlerimize bize bu soruyu sorarak katıldılar. Bu sorunun bize soruluyor olması da çok dramatik bir şey. Bu sorunun sorulması gereken yerler sorumlu makamlardır. Artık memlekette kızlar okula da mı gitmesin. İş hayatına da mı girmesin. Özgecan’ın ölümünde çekirdek bir konu da budur. Eğitim alanında eşitlikçi, kadınları gözeten laik, demokratik bir eğitimin ne kadar şart olduğunu bu örnek de ortaya koydu. Birleşik Haziran Hareketi’nin boykot eylemlerinin ne kadar haklı olduğunu da ortaya koydu diye düşünüyorum.
Hükümetin Özgecan cinayetinin ardından acil durum olarak yapması gereken nedir?
İlk yapılması gereken ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının yasalaşması ve indirimlerin kaldırılmasıdır. Bu çok önemli! Onun dışında biz nasıl ki Özgecan cinayeti ile beraber ayağa kalktık ve hiç bir biçimde gündelik hayatımızı yaşamıyoruz. Bizler nasıl bir kriz merkezi gibi çalışıyor isek; bunu bu az imkanlarımızla yapıyor ve hakikaten de bunun bazı iyi sonuçlarını da elde ediyor isek, elinde bütün imkanlarını bulunduran devlet derhal bir kriz masası kurmalıydı mesela. Neden Özgecan’dan sonra somut, uygulamalı bir cevap veren, sorumlu taraflardan oluşan bir koordinasyon, kriz masası yok? Bakanlar Kurulu örneğin kadın cinayetleriyle ilgili hiç toplanamaz mı hayatta? Herşey ile ilgili toplanıyorlar da, bir kere de toplumun yarısının yaşadığı bir sorunla ilgili neden toplanmıyorlar? Şu anda acilen yapması gereken de böyle bir kriz yönetimi kurmasıdır. Bunun içerisinde yasalarda sorumluluk bulunan bakanlıkların görevlileri yapsınlar görevlerini. Bunun için maaş almıyorlar mı? Gönderecekler görevlilerini bütün bakanlıklar. Kurulacak emniyetten, valilikten, adaletten, Aile Bakanlığı’ndan, ilgili kurumlardan bir koordinasyon. Madem Davutoğlu seferberlik diyor, can hıraş bir seferberlikle hareket edilsin biz de görelim. Bunun böyle uygulandığı illerde çok somut iyi sonuçlar alınabiliyor. Mardin buna örnektir. Orada valilik, kaymakamlık, emniyet, mülki amirler, idari amirler, bakanlıkların ilgili müdürlükleri, kadın örgütleri şehirdeki şiddet olgusuyla ilgilenen, bunu ciddiye alan bir koordinasyon olduğunun bilinmesi bile zaten oradaki iklimi değiştiriyor. Bu konuda zulme uğrayan kadının yanında olduğunu gösteren bir uygulama lazım bize. Şimdi konu tam Türkiye sathında gerçekleşiyor. Bütün illerden Özgecan için ses çıkıyor. Türkiye sathında da kurulu bakanlıklar var. Derhal merkezi olarak böyle birşey bekleriz. Biz böyle yapıyorsak, devlet elindeki imkanlarla elbette ki yapmalıdır.
Ama bugün Erdoğan’ın Özgecan’la ilgili şöyle bir açıklaması oldu: “Bizi protesto ediyorlar, biliyorlarsa Fatiha okusunlar” Bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Giden gittikten sonra ne kadar daha dua okuyabiliriz. Bu yine dünyada türü görülmemiş bir Cumhurbaşkanı’nın sözleri. Bizler bu konuda bir sonuç almak üzere nasıl ilerleriz, toplumsal tepki bu kadar yükselmişken bunu çözümde etkili olacak bir imkana nasıl dönüştürürüz diye düşünüyoruz. Aynı zamanda bunun için seferber olmuş toplumla beraber yapacaklarımızın peşindeyiz. Şehirlere yolculuklar yapıyoruz. Üniversitelerde ve bir çok yerde tepki yükseliyor. Bu tepki somut bir hedefi olmadan yükselmiyor. Kadınları korumakla birinci dereceden sorumlu olan, o koltukta bu yüzden oturan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam’ın istifa etmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu da toplumun söylediği, çok doğru ve siyasi bir talep. Ayşenur İslam ya istifa etmelidir ya da bakanlık çözüme yönelik somut adımlar atmalıdır. Bu bakanı istifadan kurtaracak tek şey yoğun emek ve özeleştiri süreci olabilir. Ama henüz hiçbir sözlü açıklama yapmadı, bakanlık sitesinde üç beş kuru sözcükle ailenin yanında ve davaya müdahil olacaklarını anlattı. İstersen müdahil olma, bütün toplum bu davaya müdahil olmuş. Bakan istifa etmelidir çünkü bakanın göreve başladıktan sonra ilk sözlerinde erken yaşta evliliklerle ilgili “masumane” anlamına gelecek ifadeleri oldu. Tepki aldı ve öyle demek istemedim dedi. Bakansan ve kamuoyunda yanlış yorumlanacak konularla ilgili konuşuyorsan buna dikkat etmelisin. “Ne demek istediysen açık söyle” dedik biz de o zaman. Yani ilk erken yaşta evliliklerle ilgili skandal açıklamasıyla sesini duyduk. İki; “cinsel saldırıda çığlık atsınlar” diye tavsiye etti. Özgecan kaç çığlık atmıştır sizce? Bakanın toplum içine çıkmaya yüzü yok da o yüzden şimdi konuşamıyor. Çığlık atsınlar açıklaması toplumun öyle hafızasında ki herkes bunu dile getiriyor zaten. Üç; kadın cinayetlerinde “sağır sultan bile duydu, yeter” diye şikayet etti. Ama işte toplum kadınlar için görevini yapmayanları öyle bir izlemiş ki Özgecan’la birlikte herkes bunları söyledi. Kadınların yaşayabilecekleri bu üç felakette de bunu çözmekle sorumlu olan bakan, bu skandallara imza attı. Şimdiye kadar yaptığı icraat bu. Olumlu, ilerletici hiçbir şey yapmadı. Bir önceki Bakan Fatma Şahin, en azından 6284 sayılı Koruma Kanunu’nda iyileşmeye imza atmıştı. Ayşenur İslam hiçbir şey yapmadığı gibi olumsuz açıklamalarıyla toplumun hafızasında da çok olumsuz yer etti. Özgecan’ın hayatını kaybetmesiyle de tepkiler ona haklı olarak yöneldi. İnsanlar yürüyüşlerde “Bakan istifa” sloganını atmaya başladı. Bu şekilde bugüne gelen bakan, başka ülkede olsa o koltukta oturamazdı. Türkiye’de AKP gibi haksızlıkla, hukuksuzlukla işgal ettiği koltuk bu. Bütün toplum ayakta, biz ayaktayız. Özgecan gibi başka hayat kayıplarının olmaması için oturmayacağız. Adalet meselesi sağlanmasını geçtik biz, elbette ağır ceza verilecek. Bir denesinler bakalım indirim vermeyi. Bütün toplumun müdahil olduğu davada indirim vermeyi deneyemezler bile. Konu Soma’da olduğu gibi şirket patronuna ceza vermekle çözülemez. Bir daha Özgecan gibi olmaması için yapılacakları yaptırmak için oturmayacağız. Biz oturmuyorsak onlarda o koltuklara, o makamlara oturamazlar. Toplum zaten Ayşenur İslam’ın yaptığı hiçbir açıklamayı unutmamış, o yüzden de şimdi istifaya çağırıyor.Toplum dile getiriyor bunları sadece biz dile getirmiyoruz. Bütün ayaklanmış toplum Bakanın bu özelliklerini dile getirerek onu istifaya çağırıyor.
İdam konusu da çok fazla ön plana çıkıyor. AB Bakanı “Ben olsam kendim öldürürdüm” diye açıklama yaptı. İdam çözüm getirir mi sizce?
Olabilir mi böyle bir şey! Kadına yönelik şiddet, kadın cinayeti insan hakları suçudur. İdam ise insan haklarına aykırı bir ceza türüdür. Yani ceza bile diyemeyiz. Çünkü ceza, evrensel modern bir hukukta caydırıcılık anlamına gelir. Bunun geri dönüşü hukukçuların tabiriyle “pardonu olmayan bir şekilde idam edeceksiniz”dir. Mesela daha sonra suçsuzluğu anlaşıldığında “pardon yanlış kişiyi idam ettik” diyeceksiniz. Bu zaten cezanın modern anlamına da uymayan bir şey. Caydırıcılık ve topluma geri kazandırma der hukukçular. İran’da, Amerika’nın bazı eyaletlerinde idam uygulanıyor. Ama hiçbir şekilde caydırıcı etkisi gözükmüş değil. O bakımdan mutlak bir şekilde sorunu ortadan kaldırmıyor. Ama bunu sadece cinayete namus üzerinden tepki gösterenler dile getiriyor. Örneğin Pazartesi günü Özgecan’ın fotoğraflarına saldıran özel güvenlikçilerle karşılaştı Uludağ Üniversitesi öğrencileri. Ancak üniversitenin bütün bileşenleri, kamuoyu bunları yapanları kınadı. Dolayısıyla bunu daha başka olumsuz faşizan bir ruhla gündeme getiriyorlar. Bu nedenle idam, platform olarak bizim kesinlikle reddettiğimiz, bir ceza diyemeyeceğimiz, insan haklarına aykırı bir şeydir. Bir insan hakları ihlali başka bir insan hakları ihlaliyle kapatılamaz. Bu önerdikleri şey etkili ve modern hukuka uygun değildir.
8 Mart yaklaşırken nasıl bir çalışma sürecine girdiniz? Nedir bundan sonra platformun ilerleyişi süreci?
Biz 8 Mart hazırlıklarına yeni başlıyorduk. Her yerde kadınların mücadelesini örgütleyerek güçlü bir 8 Mart yapalım istiyorduk, yine 2014 yılında kadın cinayetleri artış göstermesiyle. Kadın cinayetleri bizim açımızdan en temel maddi problemdir Türkiye’de. Bu yüzden bunu dile getirerek yapalım diyorduk. Özgecan ile beraber toplum muhalefeti öyle yükseldi ki, kadın cinayetleri ülke gündemine ilk defa bu kadar etkili ve kuvvetli oturdu. Ayşe Paşalı’da da yine gündeme gelmişti. 2011 yılında Ayşe Paşalı ile kadın cinayetlerinde yeni bir kamuoyu oluşmuştu. Yeni yasanın yapılma ve çözüm yönünde umut oluşturduğu yıllardı ve cinayetler azalmıştı. İklim böyle olursa, böyle bir çaba hakim olursa iyi sonuç alıyoruz. Yine Özgecan’dan sonra da bu sahipleniş ile somut sonuçlar alırsak cinayetler azalabilir. 8 Mart’ın anlamı da, biz kadın cinayetlerini gündeme getiren güçlü bir 8 Mart olsun diye hazırlıklara da başlarken Özgecan ile birlikte Özgecan oldu diyebilirim. Kadınların yaşam hakkı, kadın cinayetlerini durdurma mücadelesinin sembolü artık. Bizim eylemlerde de ifade ettiğimiz gibi kadınların ayaklanmasının bayrağı onun güzel yüzü oldu. Bu yıl 8 Mart’a da bu ayaklanma ruhu artık onun nezdinde bütün öldürülen kadınlar için hak arayışında, kadın cinayetlerinin durdurulması için verilen mücadelede de kendi rengini verecektir. Bizim için de 8 Mart Özgecan’ı bayrak yaparak mücadeledir. 8 Mart’ta “ne yapmak gerekir?” konusunda ise omuz omuza mücadelenin, daha kuvvetleri büyüterek bir mücadelenin çok önemli olduğuna inandık biz. 25 Kasım’ı geçtiğimiz önemli büyük günü böyle geçirdik. 8 Mart için de bunun imkanlarına bakacak ve bunun için emek verecek idik. Şimdi omuz omuza boyutu iyice toplumsal boyutta bir karakter kazandı. Toplum artık ayakta. O bakımdan bu 8 Mart’ın çok güçlü bir 8 Mart olacağını düşünüyorum ben. Geçtiğimiz sene de Gezi Direnişi’nin etkilerini taşıyan daha güçlenmiş bir 8 Mart yaşamıştık. Bu sene böyle bir toplumsal dalgalanmayla beraber 8 Mart’a yaklaşıyoruz. Önemli, güçlü ve iyi sonuçlarını alacağımız bir 8 Mart olacaktır.
Gülsüm Kav kimdir?
1971 yılında doğdu. Tıp Fakültesi mezunu. Şu anda Yarın Gazetesi’nde köşe yazarı ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun Genel Temsilcisi konumunda. Aynı zamanda Birleşik Haziran Hareketi Yürütme Kurulu Üyesi.