Tam olarak ne zamandı hatırlamıyorum… Ama uzunca bir süredir bu memlekette “kadın” olarak varolmanın ne zorlu bir yolculuk olduğunun farkındayım.
Önce oturmanıza karışırlar: “Kızım düzgün otur!”. Bu şu demektir; “Bacağın, baldırın gözükmesin…”. 5 yaşından beri duyduğum bir cümle, önce ailemden sonra da eşimden.
Derken gülüşünüz gelir gündeme… Erkeklere “Karı gibi gülme” denir, size de “Ağzını kapat, gülme öyle herkesin içinde kahkahayla…”
Tüm hayatı boyunca tüm ağzı ve yüzü ile kahkaha atmaya bayılan biri olarak her seferinde uyarıldım yine. Önce ailem, son olarak da Bülent Arınç tarafından !
Sesinizin tonundan, ne giyeceğinize, nereye gideceğinizden kiminle gideceğinize her adımınıza karışırlar. Yetmezmiş gibi hayatın her noktasında bir de tacizle karşılaşırsınız, hem de her türüyle.
Ortaokul birinci sınıfta, karanlık bir sinema salonunun fuayesinde buldu beni taciz. Babamla gitmiştik filme, neydi film hatırlamıyorum.. Ama mısır ve su almak için çıktığımız arada büfeye doğru yürürken daracık kalçalarımdaki o iğrenç elleri asla unutmadım ! Kendimi öylesine kötü öylesine korkmuş, öylesine utanmış hissetmiştim ki… Babama tek kelime bile edemeden “eve gitmek istediğimi” söyledim sadece. Babam hiç anlayamadığı için filmi izlemeye devam ettik.
Bugün artık biliyoruz ki bu memlekette en hafifinden bunu yaşamayan kadın neredeyse yok.
Hatırladığım ikinci taciz anı, Ankara’da her sabah ve akşam evden okula, okuldan eve yürürken geçtiğim Güvenpark’ta yaşadıklarım… Yine karanlık bir kış akşamı dolmuşa binmek için parktan geçerken birinin beni takip ettiğini hissettim. Lise birinci sınıf öğrencisiydim, ne kadar tedirgin olduğumu tahmin edebilirsiniz.
Nasıl kurtulacağımı düşünürken parkın kenarındaki trafik polisini farkettim. Büyük bir kurtuluş ümidi ve heyecanla polisin yanına gittim. Durumu anlattım. Sonrasını yazıyı buraya kadar okumuş olan tüm kadınlar tahmin etmiştir zaten ! Polis yüzündeki tiksindirici gülümsemeyle “korkma güzelim, ben korurum seni…” dedi. O akşam anladım ki polis bu memlekette benim başvuracağım biri değil…
Küçük olaylar bunlar… Hele hergün onlarca kadının vahşice katledildiği bu karanlık günlerde neredeyse önemsiz bile. Ama bir toplumsal yapıyı açıkça ortaya koyuyor.
Hayatın geri kalanında da bu gündem hiç eksik olmadı ! Otobüs duraklarında ya da otoparklarda size “organını sergileyen manyaklar”, en yakınlarınızda şahit olduğunuz aile içi taciz ve pedofili vakaları…
İş hayatına girdiğinizde en masumu toplantılarda yapılan “kadınlara dönük cinsel şakalar” olmak üzere sürekli işitmek durumunda kaldığınız “gereğinden abartılı” iltifat sözleri… Hatta daha da ileri gidip “neden onlarla olmadığınızı” sormaya cüret eden erkek yöneticiler.
Ve memleketin siyasi gündeminde neredeyse erkekler arası bir dayanışmayla her kesimin mutabık olduğu “sürekli kadını ve hayatını dizayn etme” anlayışı.
Son 12 yılda ise kadını kendine mal görme yaklaşımının artık sokakları kan gölüne çevirdiği, kadın cinayetlerinin rekor kırdığı bitmek bilmeyen zalim günler…
Bıktık.
Usandık.
Yetti artık !
Yazdık, anlamadınız.
Örgütlendik, yok saydınız.
Sokaklara çıktık bağırdık, duymadınız.
Kapılara dayandık, hakkımızı istedik, görmezden geldiniz.
Ama Özgecan’ın gidişi çok farklı bir uyanmayı tetikledi kadınlar arasında. İlk defa kadınlar, her kesimden, her görüşten, her inançtan kadınlar bu kadar güçlü bir biçimde yan yana geldi.
İlk defa kadınlar bu meseleyi her gün tekrar tekrar gündeme getirmekte kararlı.
İlk defa kadınlar artık utanmıyor ! Açıkça anlatıyor… Tüm yaşamlarını nasıl bir “psikolojik ve fiziksel taciz” altında geçirdiklerini anlatıyor, paylaşıyor… Ünlü, ünsüz konuşuyor, yazıyor.
Tek umudum budur.
Ne erkeklerden, ne devletten bir umudum var.
Tek umudum yine ve her zaman olduğu gibi içinde konuşacak, anlatacak ve susmayacak güçü bulan kadınlardır.
Bu kanı ancak bizim kararlılığımız durdurabilir.
Öyle de olacak.