Keşke sarı öküzü vermeseydik
10.10.2013
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu üyesi Hülya Say, dekolte giydiği için Hüseyin Çelik tarafından eleştirilmesinin ardından işine son verilen Gözde Kansu'un yaşadıklarından yola çıkarak AKP'nin kadın bedeni üzerindeki politikalarını değerlendirdi. Hülya Say'ın yazısını paylaşıyoruz.

Haftalardır Türkiye’de pek çok şeyin değişeceğini iddia eden Başbakan ve yandaşlarının kendi tabirleri ile merak edilen hatta nefeslerin tutularak beklendiği demokrasi paketinden ne yazıktır ki kadınların yaşam haklarına yönelik hiçbir düzenleme çıkmadı.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun hazırladığı 2013 yılının ilk üç aylık kadın cinayetleri verileri devletin , emniyet birimlerinin ve yargının görevini yerine getiremediğinin açıkca bir ifadesidir.Verilere göre 2013 yılının sadece ilk üç aynında 47, eylül ayında ise 22 kadın kardeşimiz kendi yaşamları hakkında karar vermek istedikleri için öldürüldü.

Türkiye'de kadın cinayetleri son istatistiklere göre 2002 ile 2009 yılları arasında yüzde 1400 artış gösterdi. 2002 yılında öldürülen kadın sayısı 66 iken bu rakam 2009'ın ilk yedi ayında bu sayı 953'e çıktı. Resmi kayıtlara göre, 2003'te 83, 2004'te 128, 2005'te 317, 2006'da 663, 2007'de 1011, 2008'de ise 806 kadın cinayeti işlendi. 2013 yılının nisan ayında 27 kadın kardeşimiz öldürüldü.

Bu ürkütücü tablo karşısında devlet yetkilileri, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı hala kadın cinayetlerini görmezden gelmektedir. Kadın şiddetinin üzerini örten, meşrulaştırmaya çalışan devlet politikaları gütmeleri yetmiyormuş gibi yaptıkları açıklamalar ile kadını toplumdan ve iş yaşamından uzak tutma çabaları, kadına bakış açılarındaki gerçek zihniyeti gözler önüne seriyor.

Günümüzde görsel ve işitsel araçlar insanların zihinlerine girerek düşünce kalıplarını  şekillendiren en etkili araçlar haline geldiler. Medyanın etkileri üzerinde araştırma yapan Amerikalı siyaset bilimci Harold Laswell bir ülkedeki siyasal gücün sadece askeri ve idari erk ile değil kitle iletişim araçları vasıtasıyla da oluşturulabileceğini belirtmişti. "Hipodermik Şırınga” modeli adını verdiği bu kuram, sunulan bilgilerin izleyiciler tarafından sorgulanmadan ve akıl süzgecinden geçirilmeden kabul edilme prensibine dayanmaktadır.

Laswell 'e göre medya aracılığı ile iletilen mesajlar tıpkı bir şırınga iğnesinin deriye nüfus etmesi gibi insan zihnine direk etki eder. Böylece iktidarı elinde tutan siyasi otoriteler fiziksel güç kullanmaksızın tüm fikirlerini ve dayatmalarını toplumda yaşayan insanlara kolaylıkla kabul ettirmiş olurlar...

Medyanın bu sınırsız gücünün farkında olan ve sonuna kadar bu gücü her fırsatta kullanmaya çalışan Türkiye’nin siyasi otoritesi AKP hükümeti, görsel ve işitsel kitle iletişim araçlarını kontrolü altında tutarak siyasi erkinin devamlılığı ve kamuoyu oluşturup insanları belirli düşünce ve kalıplara yönlendirmeye çalışmakta. Bu düşünce ve kalıplar zamanla insanların yaşam tarzına dönüşerek nihayetinde toplumun kitlesel olarak tek tip insan modeline uygun sürüler haline gelmesine olanak sağlamaktadır.

Son haftalarda devlet yetkililerinin medyada arka arkaya sistemli olarak yaptıkları açıklamalar, AKP hükümetinin kadına bakışındaki zihniyetin ne denli tehlikeli olduğunun basit bir göstergesidir.

İlk açıklama Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'den geldi. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, “Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi” imza protokolündeki konuşmasında "Kadına karşı şiddetle uğraşacağınıza önce insanlığa karşı cinayetleri önleyin" dedi. Bu zihniyet kadını insan yerine koymayan ve kadın cinayetlerini insanlığa karşı işlenen suçlar arasında saymayan kadın şiddetini meşrulaştıran tehlikeli bir zihniyettir.

Türkiye'de yaşayan vatandaşlara yönelik eşitlikleri, sevgiyi ve barışı tahsis etmekle yükümlü olan devletin kanalı TRT, Harold Laswell 'in hipodermik şırınga modeline uygun yayıncılık anlayışını ısrarla sürdürmektedir. En son yaptığı  açıklamalar ile toplumun tüm kesiminden tepki alan Ömer Tuğrul İnançer, son konuşmasında "Ekonomik özgürlük aldatmasından vazgeçin, ben kocama muhtaç değilim deyip ailesini dağıtıyor, kocama muhtaç değilim diyor ama elin adamının patronun hizmetinde çalışmayı haysiyetine uygun buluyor, eş yoktur, eşitlik yoktur, benimle eşit değil ki eşim olsun, o benim zevcemdir diyerek kadın nefreti söylemlerine bir yenisini eklemiştir. Üstelik bunu devletin kanalı olan TRT'de yapıyor olması durumun vehametini gözler önüne sermektedir aslında.

Bu hafta içersinde Beyaz TV’de katıldığı bir televizyon programında kimsenin kılık kıyafetine karışmadıklarını ileri süren AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, bu sözlerinin hemen ardından “Dün bir kanaldaki, yarışma programında sunucu öyle bir kıyafet giymiş ki olmaz bu yani… Kimseye karıştığımız yok ama çok aşırı. Dünyada da kabul edilemez” ifadesini kullandı.

Dünyada kabul edilemez olan bir kadının dekoltesinden göğüslerinin görülmesi midir? Tek kabul edemediğiniz tahammül edemediğiniz mevzu bu mudur? Peki bu ülkede her gün ortalama dört kadının erkek şiddeti yüzünden öldürülmesi sizin açınızdan kabul görülen bir durum mudur?

Nefeslerin tutularak (!) beklenen demokratikleşme paketinde Başbakan yeni süreçte, nefret, ayrımcılık, yaşam tarzına müdahale gibi suçlarla daha etkin şekilde mücadele etmeye başlayacaklarını, kılık kıyafet yasasını değiştirerek herkesin özgürce giyinebileceği ve kimsenin kıyafetinden dolayı suçlanmayacağı, ayrımcılığa uğramayacağı ve nefret söylemlerine maruz kalmayacağı teminatını vermişti. Kendi kanadından gelen açıklamalar bu sözlerin sadece lafta kaldığını gösterdi bize.

Hüseyin Çelik twitter hesabından, "Duyarlılığımız toplumun genel duyarlılığıdır. Bunu dile getirmek ifade özgürlüğümdür” dedi. Esas görevi insanlara örnek olmak ve topluma yön vermek olan bir siyasetçi ayrımcılık ifadeleri ile toplumda çatışma yaratacak cümleleri sarf etme özgürlüğüne asla ve kattiyen sahip değildir.

Her gün ortalama dört kadının öldürüldüğü ülkemizde bu tarz söylemler kadın cinayetlerini meşrulaştırmaya hatta tüm sorumluluğu kadınların üzerine yıkmaya sebebiyet verecek ifadelerdir. Öte yandan Hüseyin  Çelik, ifade özgürlüğü hakkını kullanırken bir kadının işinden kovulmasına ve çalışma hakkının elinden alınmasına sebebiyet vermiştir.

Hani şu ünlü hikayeyi bilirsiniz : Bir öküz sürüsü varmış, birgün, aslanlardan biri bir hinlik düşünmüş ve sürü başına gidip, “Biz aslında sizi rahatsız etmek istemiyoruz ama şu sarı öküz çok dikkatimizi çekiyor; onu verirseniz siz de kurtulursunuz, biz de rahatlarız” demiş. Sürünün önde gelenleri toplanıp sürünün menfaati adına sarı öküzü kurban etmişler. Tabii kısa bir süre sonra benzer bir bahaneyle kapılarına dayanıp başka bir kurban istemişler. Menfaatler uğruna kurban vermede öyle bir noktaya gelinmiş ki sürü küçülmüş ve sonunda aslanlara tamamen yem olmuş. O son anda, aslanlara sürekli kurban vererek kurtulacağını zanneden sürü liderleri, “Biz bu savaşı ne zaman kaybettik?” sorusuna cevap aramış ve bu savaşı “sarı öküzü verdikleri gün” kaybettiklerini anlamışlar.

Bu hikayeden yola çıkarak son dönemde ülkemizde yaşananlar göz önüne alındığında kadınlar penceresinden durumu değerlendirdiğimiz vakit izlenen politikaların ve medya aracılığı ile zihinlere enjekte edilen kadın nefreti söylemleri kadınların yaşam alanlarını her geçen gün daraltmakta ve şiddeti meşrulaştıran zihinsel bir alt yapı oluşturmaktadır.

Kadınların savaşı kaybetikten sonra "Ah keşke sarı öküzü vermeseydik" dememesi için bu gidişata bir an önce dur demesi gerekiyor.

Çünkü kadınların sessizliği bir ülkenin sessizliği demektir.