Bitmeyen yolculuk,bitmeyen hasat
26.5.2015
Evren Jülide Koç'un fotoğrafçı Servet Dilber ile Bitmeyen Hasat isimli eseriyle ilgili yaptığı röportajı okurlarımızla paylaşıyoruz.

 "Bitmeyen Hasat" Türkiye içinde nüfusları 3,5 milyona ulaşan, en az 6 ay evlerinden uzakta kendilerine ait olmayan topraklarda çalışarak geçimlerini sağlayan mevsimlik tarım işçilerinin bitmeyen yolculuğuna tanıklık ediyor. Bitmeyen Hasat, fotoğrafçı Servet Dilber'in mevsimlik tarım işçilerini hikâyelerini sözcüklere ihtiyaç duymadan anlattığı bir fotoğraf kitabı. Dilber, bunun için mevsimliklerle birlikte 12 şehir ve 24 ilçeye gitmiş. Dilber ile mevsimlik tarım işçilerinin hayatları, hayalleri, yolları, umutlarını ve fotoğraf anlayışını konuştuk. Sofranıza gelen kirazın, fındığın nasıl ellerden geçip geldiğini, kilosu 20 TL olan kirazın günlük yevmiyesi 35 lira olan çoğu kadın işçiler tarafından toplandığını aklınıza getirir umuduyla. 

-Bitmeyen Hasat’ın kitap olma öyküsüyle başlayalım isterseniz…

Atlas Dergisi için kiraz ve pamukla ilgili konu hazırlayacaktım. Bunlarla ilgili araştırma yaparken bazı detaylarla karşılaştım. Türkiye tarımsal üretim anlamında Avrupa’da 1. Dünyada 7. sırada gözüküyor. Fındık ve kiraz üretiminde dünya 1.si. Tarım sektöründe çalışan 6 milyon kişi var ve bu sayının 3buçuk milyonu mevsimlik tarım işçisi. Genel bir tarım konusu hazırlamak nasıl olur diye düşünüyordum. TÜİK 2012 verilerine göre tarlalardaki çocukların sayısı, çalıştırılan çocuk sayısının yaklaşık yarısı kadar, yüzde 44,7 oranına ulaşıyordu. Yani 350 bin, 400 bin çocuk tarlalardaydı. Genel bir tarım konusu yapmaya niyetlenmiştim.
 
Konuyla ilgili araştırmam devam ederken Hayata Destek Derneği ile tanıştım. 2014 yılında mevsimlik tarımda çocuk işçiliğini önlemek üzere Bu İş Çocuk Oyuncağı Değil adında bir kampanya hazırlıyorlardı. Bu kampanya çerçevesinde tüm yıl boyunca özellikle 4 aileyi takip edecekler ve onlarında gittikleri her yerde karşılaştıkları başka ailelerle anketler yapıp yaşama ve çalışma koşullarını belgeleyerek bir rapor hazırlayacaklardı. Bu çalışmayı yaparken raporda ve özellikle sosyal medyada kullanacakları fotoğraflara da ihtiyaçları vardı. Bende genel bir tarım konusu yapmaktan vazgeçip Mevsimlik Tarım İşçilerine odaklanmaya karar verdim. Daha önceki tecrübelerime göre bir konuyu ne kadar küçük çapta tutarsam o kadar iyi sonuca ulaşıyor, daha rahat çalışıyordum. Ben kendi dosyamı hazırlayacak bir yandan da derneğin ihtiyacı olan fotoğrafları çekecektim.
 
 
Bir dergi konusu olarak başladığım işte tahmin ettiğimden daha iyi diyelim performans gösterdiğimi / iyi fotoğraflar çıkartığımı düşünmeye başlayınca fikirlerine güvendiğim bir iki arkadaşımla üzerinde konuştuk. Sergi hazırlamam konusunda fikir beyan ediyorlardı. Ancak bence kitap sergiden daha kalıcı ve ulaştığı insan sayısı daha fazla. Bu yüzden çekim sürecinin ortasından itibaren bu işi kitapla sonuçlandırma motivasyonuyla devam ettim. Bir şekilde fotoğraf çekiyorsak bence bunları diğer insanlara göstermek gibi bir zorunluluğumuz var. 
 
-Türkiye'nin gündemine sadece ölüm haberleriyle gelen mevsimlik tarım işçilerinin yolculuğunu takip ederek fotoğraf kitabına dönüştürdünüz. Fotoğraflarınız sömürünün, haksızlığın sarsılmaz kanıtları. Fotoğraflarınızdaki mevsimlik işçi kadınlar hem tarlada işçi hem de kamplarda/çadırlarda kadın olarak varlar. Mevsimlik kadın işçi olmak üzerine gözlemlerinizi aktarır mısınız?
Gündem olmak için sıra dışı bir şey olması gerekir, özellikle son yıllarda ülkemizde yaşadığımız olayları düşününce... Haberleri taradığınızda üç beş kişinin öldüğü trafik kazaları haber olmuyor. Ancak maalesef kitlesel bir ölüm olması, onlarca kişinin hayatını kaybetmesi gerekiyor bir aksaklığa dikkat çekmek için. Uzatıyorum ama bir veri ışığında konuşursak, esasında Türkiye’de sessiz sedasız her yıl bir Soma yaşanıyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin verilerine göre geçen yıl hayatını kaybeden 1886 işçiden 309’u tarım iş kolunda çalışıyordu.
 
 
 
Uzatmadan, kadınlara dönersek... Mevsimlik Tarım İşçisi olmasına gerek yok, kadınların durumu birçok yerde aynı. Özellikle çalışma hayatının içinde varlarsa. Ama mevsimlik tarıma özgü detaylarda var tabii. Burada koşullar evin dışında olmaktan dolayı biraz daha ağırlaşıyor. İster feodal yapı deyin ister eğitim seviyesi, kadınların gündelik hayat içerisindeki koşuşturması birçok iş kolunda, sektörde benzer... Sabah tüm aileden önce uyanmak gerekiyor. Çalışma gün ışıdığında başlıyor genellikle. Bu yüzden gün doğmadan da önce kalkmalı, tüm ailenin ki bu sayı 5 ila 15 kişi arasında değişiyor; kahvaltısını hazırlamalı, kahvaltı bittikten sonra ortalığı toparlamalı, çadırın içindeki yatakları kaldırıp yüklüğe yerleştirmelisiniz. Sonrasında bahçede / tarlada geçiştirilerek yenen öğlen kumanyasını hazır etmeli, herkesin işe hazır olduğunun kontrolünü yapmalısınız.
 
Sabahtan itibaren tarlada çalıştıktan sonra öğlen seremonisi, ara çay hazırlama işini kotarmalısınız. Gün kararmaya yakın tarladan çadırlara dönüldüğünde mesai devam ediyor. Akşam yemeği için hazırlık başlıyor. Ne hazırlanacağını organize etmeli, ateşi yakmalı, yemeği hazırlayıp sonrasında kaldırmalı, bulaşık ve içme için gerekli suyu tedarik etmelisiniz. Ekmek bittiyse hamurunu hazırlamalı yada önceden hazırlanan hamurla yeni ekmek pişirmelisiniz. Yatma saatinde çadırın içinde yatakları yapmalısınız. Tabi bu rutini bozan durumlarda oluyor. Küçük çocukların çadır içinde yıkanması, ailenin çamaşırlarının yıkanması, asılması, kuruyunca toplanması. Yeni bir bölgeye gidiliyorsa çadırın sökülüp minibüse yüklenmesinde veya eşyaların toparlanmasında erkeklere yardımcı olmak da tüm ailelin, özellikle kadınların görevi. 
 
 
 
Hal böyle olunca kadınlar tüm bu mevsimlik tarım sürecinde aileyi sırtlanmış oluyorlar. Bir kadın arkadaşım kitabın maketine baktığında kadınların “tek başlarına” kaldığı bir anı görmediğini ama herhalde erkek olmamdan dolayı çok ilişkiye geçememenden kaynaklandığını söylemişti. Tahmin etmediğim şekilde birçok kadınla aram gerçekten iyiydi. Bu büyük ihtimalle benim kurduğum samimiyet veya kendimi ifade edişimden kaynaklıydı diye düşünüyorum. Pek rastlanır bir durum değildir, birkaç ziyaret sonrasında tokalaşıp kucaklaşıyorduk. Hatta kocalarının yanında onların hatalarını eksikliklerini anlatıyorlardı. Dolayısıyla aslında “tek başlarına” kaldıkları bir an olmadığını söyleyebilirim. Ya da bu an sadece kişisel temizlik zamanlarıyla sınırlı diyebilirim. 
 
Benim takip ettiğim ya da karşılaştığım diyelim kadınlar bana göre gerçekten “güçlü” ve ailenin reisi durumundaydılar.  Erkekler de bence bu durumun farkındalar. Alanım değil psikolojik çözümlemeler yapmak istemem tabii ama fikrimce erkekler gazeteci arkadaşım Serdar Korucu’nun da yazısında değindiği gibi gururla ayakta durmaya çalışıyor ama ailelerine daha iyi bir yaşam sunamadıkları için bir hesaplaşmaya giriyorlar. Onları toparlamak da yine kadınlara düşüyor. Bu süreç yetişkin kadınlara özgü değil. Küçük kız çocukları da çadır temizliğinden etrafın toparlanmasına, yemek hazırlığından bulaşığa, çocuk bakımından tarlada çalışmaya / yardım etmeye sürecin içindeler.   
 
-Fotoğraflarınız “konuşuyor”, insanı çağırıyor. Gerçek dünyanın gerçek ama çoğunlukla “görünmeyen” insanları görünür kılıyorsunuz. Mevsimlik işçilerin kamplarını, yaşam koşullarını, çalışma koşullarını, yoksulluğu konu ediniyor. Fotoğraflarınız yoksulluğa ve yoksunluğa karşı bir araç olarak, daha iyi bir yaşam kurmalarına yardım amacıyla birçok dergide, raporda kullanıldı. 
Bu söylediklerinizi hissettirebiliyorsa fotoğraflarım kendi adıma mutlu olurum çünkü istediğim şekilde konuyu anlatabilmişim demektir. Bazen konuya fazla girince, özdeşleşince duruma objektif bakamaz hale geliyorsunuz. Bu konu üzerine çok düşündüm. Bir ara kendimi ve ailemi mevsimlik tarım işçisi olarak düşünüp hangi durumda ne yaparım diye hesaplar yapıyordum. 
 
 
Bu insanlar günlük hayatta tükettiğimiz birçok şeyin arkasındaki görünmeyen emek esasında. Aslında bu görünmezlik günlük hayattaki birçok nesnenin arkasında var, biraz meraklıysak ne olduğunun farkına varabiliyoruz.
Fotoğraflar başta Hayata Destek Derneği’nin kampanyasında kullanıldı, kullanılmaya devam ediyor. Mevsimlik İşçilerin durumunun anlatıldığı raporda kullanıldı. Dergilerde çocuk işçiliği ve mevsimlik tarımı anlatan konular olarak yayınlandı. En sonda kitap olarak bir bütün halinde toparlandı. Yurtdışında fotoğraf festivallerinde sergi olarak yer alması için küratörlerle görüşmelerim devam ediyor. İlginçtir henüz yurtdışında herhangi bir tanıtım yapılmamasına, bir dergide yayınlanmamasına rağmen Türkiye’den hammadde temin eden iki şirket benimle iletişime geçti. Doğrudan yurt dışı ana merkezlerinden. Bu çalışma koşullarının rahatsız edici taraflarının farkında olduklarını, iyileştirme-düzeltme yapma projelerinin olduğunu, yaptıkları çalışmaları anlattılar. Kitaptaki fotoğrafları ve konu hakkındaki düşüncelerimi yapacakları çalışmalar doğrultusunda referans olarak kullanacaklarını söylediler ki bu yapmak istediğim şeydi. Çünkü bireysel olarak insanların yapabilecekleri çok bir hareket yok maalesef. Sevindirici olan bunun için bir çaba sarf etmemiş olmamdı henüz. Yani çok uluslu şirketlere, büyük kurumlara ulaşmak için bir harekette bulunmamıştım. İşin kaynağına ulaşamaz ve durumu anlatamazsanız yada büyük bir hareket örgütleyemezseniz amacınıza ulaşamazsınız diye düşünüyorum. Bu bir fotoğrafçı olarak zor bir hareket tabii.
 
-Fotoğraflarınız emeği bireyin ve toplumun hayatının idamesi olarak anlatıyor.  Hayatın idame mücadelesinin teknik, sanat anlayışı ve algı ve seçimlerinize uygun görselleştirilmesi olarak sunuyor. Fotoğrafçı olarak Bitmeyen Hasat’ı ortaya çıkaran anlayışınızı anlatır mısınız?
Hayat salt çalışmak için çok kısa, klişe ama öyle... Yani hayatta kalmak için çalışmak zorunda olmak ama genel olarak baktığımızda bir çoğumuzun yapmak zorunda olduğu bu. Sadece farklı şekillerle durumu katlanır hale getirmeye çalışıyoruz. Bu işlerden fayda sağlayan insanlar eğer iyi niyetli değilse durumdan faydalanmaya çalışıp ihtiyaç sahibini, zor durumdaki insanı sömürmeye, istismar etmeye başlıyor. Problem burada başlıyor. Fotoğrafla anlatma kısmına gelirsek, bu aslında hayata bakış açınız ve insanlara nasıl yaklaştığınızla ilgili diye düşünüyorum. Beylik bir laf olacak ama kestirmeden anlatmak için; ben öncelikle merak ediyorum, sonra merak ettiğim şeylerin içine girmek için fotoğraf makinasını bir araç olarak kullanıyorum. Bu politik bir konuda olabilir, sıradan gündelik hayatın bir parçası; sokakta gelişen sıradan anlar da olabilir. Esasında kişi olarak çekingen ve yabancılarla durduk yere pek iletişime geçmeyen bir yapım da vardır. Ancak fotoğraf makinası, arkasına saklanacağınız bir kalkan oluyor. Ne arıyorsun burada sorusunun cevabı fotoğraf çekiyorumdur her zaman. Doğru bir ses tonuyla söylerseniz nedenini kimse pek sormaz! 
 
 
Gündelik hayat içerisinde maruz kaldığımız görüntü / fotoğraf bombardımanı arasından sıyrılacak işler üretmek için sıradan olmayan sonuçlar çıkarmak zorundayız bence. Aslında bu bile yeterli olmuyor koşuşturma içerisinde. Sonuç 
olarak öncelikle çektiğiniz fotoğraflar teknik olarak kusursuz olmalı, karşılaştırmalı anlatmaya çalışırsam bir yazarın anlatım kurallarına uymadan yazı yazması nasıl olumsuz olacaksa fotoğrafçının da görsel anlatım dilinde hata yapmaması gerekir.
 
İzleyiciye sunduğum fotoğraflar öncelikle benim gördüğüm, seyrettiğim, tanık olduğum anların içinden tepki olarak refleks gösterdiğim zamanlar. Sonrada biriktirdiğim o anların içinden cımbızladığım sahneler. Tarafsız bakmaya çalışıyorum olaylara ama subjektif olmak durumundayız yorumumuzu katabilmek için, başka biri çok farklı şekilde çekebilir aynı konuyu. Kişisel olarak didaktik anlatımı, konuşmaları sevmiyorum. İzleyen için ucunun açık olması, yorumlamaya fırsat vermesi gerekir diye düşünüyorum. Dolayısıyla fotoğrafları da bu şekilde çekmeye dikkat ediyorum. Doğrudan olmayan, propaganda amacı olmayan, bakan kişilerin kendi fikirleriyle yorumlayabileceği ve bir sonuca ulaşacakları fotoğraflar. Yine bu sebepten dolayı fotoğrafların altında herhangi bir açıklayıcı, yönlendirici bir bilgi yok. Kitabın en sonunda Serdar Korucu’nun mevsimlik tarım işçileriyle ilgili kendi gözlemlerinin bir özeti var. Ancak günümüz temposu bu tür filmleri, kitapları, fotoğrafları ağır kanlı buluyor. Okuyucu / izleyici kendisine yapılacak şeyleri söyleyen işleri seyrettiğinde / okuduğunda sorumluluktan kurtuluyor sanırım.
 

-Fotoğraflarınızda mevsimlik tarım işçileri çoğunlukla gökyüzü altında. İçerik, renkler, ışık, zaman dilimi, kişilerin hareketleri, seçtiğiniz objektif planlı ve öngörüye dayalı olduğu anlaşılıyor. Bu seçimler bir meseleniz olmasından mı kaynaklanıyor? Fotoğraflarınızın meselesi nedir? Fotoğraf dünyayı kurtarmaya yardım edebilir mi?
Sondan gidersek... Fotoğrafların dünyayı kurtarmak için bir araç olduğunu söylemek günümüz için durumu fazlasıyla romantize etmek olur ya da iyimserlik. Salt fotoğraf değil toplumsal hareketler bile dünyayı kurtarmak için yetersiz sanki. Birçok etken var bence. Geçtiğimiz yüz yılın ortalarına kadar belki böyle şeylerden söz etmek mümkündü. Ama şuna inanıyorum halen bütün iyimserliğimle, fotoğraflar yada sinema / edebiyat bizim farkında olduğumuz ama tam tanımlayamadığımız durumları somutlaştırmak için katalizör olabilir. Meseleleri göstermek, meraklandırmak ve anlaşılır olmayı sağlamak konusunda faydalı olabilir. Bilmiyorum, fotoğrafçılara bu kadar sorumluluk yüklememeli bence. Politika her zaman, her durumda kazanır!
 
İşe başlarken kafamda belli temalar vardı. Yalnızlık, göç, emek, süreklilik gibi. Bunları nasıl görselleştireceğimle ilgili çağrışımlar ve sahneler kurguluyordum. Salt bu işe özgü değil, her fotoğraf çekiminde bu tip anahtar sözcüklerden bir şablon olur kafamızda. Ancak her zaman evdeki hesap çarşıya uymaz. Fotoğrafçı olarak bir şey anlatma beceriniz, benim çalıştığım yöntemle, karşılaştığınız sahnelere verdiğiniz reflekslerle orantılıdır. Kafanızda bir tema veya düşünceyle dolanırsınız. Şans eseri o duruma denk düşersiniz... Bir yerde saatlerce kafanızda olan, tam tanımlayamadığınız görüntünün oluşmasını beklersiniz. Her ne kadar kafanızdaki gerçekliği anlatıyor olsanız da fotoğrafçı olarak göstereceğiniz “anı” seçmek dışında bir müdahalede bulunmamanız gerekir.   
 
 
 
Sorunun başına dönersek, bir şekilde fotoğraf çekiyorsanız bence bir meseleniz vardır. Ki bu bence insan olmakla ilgilidir. Yine büyük bir laf olacak galiba... İnsani bir durumu anlamakla ilgili olmak diyelim. Önce merakınız vardır, konuyu anlamak için aracınız fotoğraf makinesidir sadece. Konuyu anlamak sonrada başkalarına anlatmak / göstermek için fotoğraf çekiyorsunuzdur. Instagram’da ya da Facebook’ta anlık gönderiler için fotoğraf çekmiyorsanız yani. Ya da öyle olmalı, çünkü fotoğraf çekmekle farklı nedenlerle ilgili olabilirsiniz.  Moda dünyasının pırıltılı hayatları ilginç gelebilir, toplumsal olaylarda yada savaşta adrenalin cazip gelebilir, sadece işlevsel ve teknolojik makineleri kullanmak öne çıkabilir. Bunlar ne kadar keyif verirse versin fotoğrafçı olmaya yeterli değildir, çünkü fotoğrafçılık da resim yapmak, hikâye yazmak, film çekmek gibi bir tutkuyu ifade etmek, başka bir şeye aktarmak için sadece bir araçtır. Bir sonuç değildir. Bu bir arabayı statüye uygun düştüğü için, seks hayatınızı iyileştireceği için, yeni döşemesinin kokusu için almaya benzetilebilir. Ancak o araç, sizi gerçekte bir yere götürmüyorsa tamamen yararsızdır. 
 
 
 
 
 
 
 



27.5.2015

Ünye'de "Kadın Dünyası ve Erkek Bilinci" panelinde kadınlar buluştu