Türkiye ve kadın
8.6.2015
Yine de , karamsarlığa kapılmayalım; kadınlar yüzyıllardır insan gibi yaşayabilmek için,eşit şartlarda ve adil bir şekilde muamele görebilmek için,çok zorlu ve çetin mücadeleler vermektedir ve bu mücadelelerinin de olumlu sonuçlarını almıştır ve almaya da devam edecektir.

Simon de Beauvoir “ Kadın doğulmaz, olunur” derken, toplumsal cinsiyet rollerinin insanlara doğuştan bahşedilmeğini, sosyalizasyon sürecinde öğrenerek ve öğretilerek yapılandırıldığına işaret etmektedir.Ataerkil toplum yapısı,kapitalist sistem,devamlı tüketen bir toplum,dilin kadını aşağılamaya yönelik olarak kullanılması , siyasilerin olumsuz söylemleri gibi pek çok sebep ne yazık ki kadını ikinci sınıf bir vatandaştan öteye götüremiyor ki çoğu kez kadın hiç var olmamış gibi ,yokmuş gibi bile muamele görebiliyor. 

Türkiye’de kadın olmak nasıl bir şey bunu anlayabilmemiz için kadına şiddetin hangi boyutlarda olduğunu bilmek yeterli.

Türkiye’de kadına şiddetin hangi boyutlarda olduğunu anlayabilmemiz için ise rakamsal verileri takip etmek son derece önemli. Kadın cinayetlerinde artış var demek ile kadın cinayetleri %1400 arttı demek,zihinlerde farklı algılar yaratmaktadır çünkü.Rakamlar bu nedenle önemlidir. 
 
Bağımsız iletişim ağları,STK’lar,feminist platformlar bize kadın şiddeti ile ilgili rakamsal olarak veriler sunmaktadırlar. Ancak ve maalesef ki bu veriler yazılı basına yansıyan olaylardan elde edilen veriler oldukları için ,tam olarak bize gerçek verileri sunmamaktadırlar. Şiddet olayları,tacizler,tecavüzler bu verilerin bize anlattığından daha korkunç boyutlardadır.
 
Ertan Demirer bir yazısında Türkiye’deki durumu şöyle özetliyor: “Türkiye’de her on kadından dördüysen, aile içi şiddete maruz kalıyorsundur. Şiddetten yırtamadıysan, resmi verilere göre sadece İstanbul’da haftada bir işlenen töre cinayetlerinin kurbanısındır. Altı yılda öldürülen 4 bin kadından biri değilsen, gelecek altı yılda öldürülecek bir kurban da olabilirsin. Öldürülmek olasılık dışıysa, çalışan kadınların yüzde 58’lik dilimine girerek iş yerinde tacize de uğrayabilirsin.
 
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre de;  2015’in ilk dört ayında 91 kadın ,2014 yılında ise 294 kadın öldürüldü. 2013’de öldürülen kadınların sayısı 231.
 
Ancak platformun derlediği bu veriler yazılı basına yansıyan olaylardan elde edilen veriler olup, görünürlük, bilinirlik kazanmış olaylar kadar basına, kamuoyuna yansımayan şiddet ve tecavüz olayları yaşandığı bilinmektedir. 
Peki, kadınlara yönelik artan şiddet, tecavüz ve cinayet olaylarına karşı devlet organları, güvenlik kurumları ne yapmaktadır? Öldürülen kadınların bir kısmı daha önce yargı ve güvenlik birimlerine şikâyette bulunup yardım istediği halde koruma altına alınmamış, katillerin birçoğu ya yakalanmamış ya da yakalandıysa, genelde az ceza almıştır. Polis, sığınma evleri gibi yerlerden koruma ve yardım talep eden 11 kadın,  2011 yılında sığınma evlerine yerleştirilmelerine rağmen öldürülmüş ve 3 kadın da ağır yaralanmıştır. 
 
Türkiye Cumhuriyeti’nin devleti,savcısı,mahkemeleri,Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ne yazık ki ,gitgide artan kadın şiddetini ortadan kaldırmak için hiçbir şey yapmamaktadırlar.Halbuki Türkiye, kadına yönelik şiddeti önlemek amaçlı olarak oluşturulan pek çok uluslar arası sözleşmeye imzasını atmıştır.  
CEDAW’da bu sözleşmelerden biri(Kadına Karşı Her türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi).1979 yılında BM Genel kurulun’da kabul edilmiş ve 2008 itibariyle BM üyesi 185 ülkenin imzalayarak taraf olduğu bir antlaşmadır ve Türkiye’de bu antlaşmayı kabul eden ülkeler arasındadır.
 
Bu sözleşme aile yaşamında,eğitimde,istihdamda,siyasette,sağlıkta,kırsal kalkınma gibi alanlarda var olan ayrımcılığı ortadan kaldırmaya yönelik somut adımlar belirler. Bu sözleşme,Türkiye’nin imzalamış olduğu sözleşmelerden biri sadece ve Türkiye’nin imzaladığı pek çok benzer sözleşme vardır. Bu sözleşmeler ,uyulması zorunlu sözleşmelerdir. Buna rağmen Türkiye Cumhuriyeti Devleti hükümeti bu sözleşmenin  şartlarını yerine getirmemektedir.
 
Aynı zamanda da 5 yıldaki veriler göstermektedir ki sığınma evleri((belediyeler ya da sosyal hizmetler il müdürlüklerine bağlı), aile ve sosyal politikalar bakanlığının kadına yönelik şiddeti önlemeyle ilgili proje, öneri ve çalışmaları ile iştirak edilen uluslar arası örgütlerin düzenlemiş oldukları sözleşme ve deklarasyonlar, Türkiye’de kadınlara yönelik şiddet,  tecavüzler ve cinayetler için bir çözüm sunabilmiş de değildir.

Kadına şiddet neden böyle vahim boyutlarda? 
Bugün halen, Türkiye’de gündelik yaşamdan istihdam alanına, siyasetten özel alana, kadın ve erkek eşitliğinden söz etmek olanaksızdır. Kadın-erkek eşitsizliğini açıklayabilmek için ekonomik(kapitalist sistem ve istihdam olanakları, kadınların ekonomik gücü vb.) kültürel ( ataerkil, feodalizm), politik bazı nedenler ileri sürebiliriz. Ancak bu nedenlerin en başında ataerkil kodlarla örülmüş ve devlet tarafından da beslenen cinsiyetçi algı yatmaktadır. Türkiye’de devletin erkek egemen vurgulu cinsiyetçi algısı Serpil Sancar tarafından “Erkekler Devlet, Kadınlar Aile Kurar” şeklinde çok güzel ifade edilmiştir. Ataerkil kodlarla örülü bu cinsiyetçi algı, erkeğin kadına verdiği değeri, onunla kurduğu her türlü ilişkide kadını zihninde nasıl konumlandırdığını etkilemektedir. Nasıl olur bu konumlandırma? Erkeklerin pek çoğu halen, kadınlarla kurdukları iletişimin niteliğini, mesafesini ve öznelliğini kadınların bedenlerini algılayışları üzerinden şekillendirmektedirler. Erkek,kadını sadece bir et parçası olarak görmektedir;bir ruhu olan,beyni olan,düşünceleri olan kendine ait bir dünyası olan bir birey olarak değil de sadece bacaklardan,göğüslerden,kalçalardan,vajinadan oluşan ve kendisine hizmet etmesi gereken bir canlı olarak görmektedir.  Kadın bedeninin merkezi noktası da, onun toplumsal yaşam içindeki statüsünü belirleyen bekâreti, ya da cinsel açıdan ne derece aktif olduğudur.  Kadınların namusu yine bekâretleri ve cinsel açıdan ne derece aktif oldukları ile ilgilidir. Öte yandan, kadınlara yönelik algılarının belirleyicisi, onların maddi varoluşlarının bir unsuru olan bedenleri olunca aradaki ilişki bir mülkiyet ilişkisine de dönüşmektedir. Durum böyle olunca da erkekler, kadınlarla ilişkilerinde onların bedenleri üzerindeki tahakküm ve sahiplik derecelerine göre de bir tutum geliştirmektedir. Eşini, kardeşini, sevgilisini mülkü olarak gören erkek, onunla maddi varlığı yani bedeni üzerinden ilişki kuracaktır. Bugün erkekler, gerek özel gerekse kamusal alanda kadınlarla kurdukları mesafeyi ya da onlara yakınlık derecelerini, kullandıkları dilde yansıtmaktadırlar. Kadın, erkek için ya “bayan”, ya “bacı” ya “yenge” ya “avrat” ya “ana” dır.  Pek tabi, ataerkil kültür içinde erkekler ile “ işbirliği” içinde olan kadınlar da söz konusudur. Yani var olan eşitsizliği ve kadınlara yönelik tüm şiddet olaylarının ardında yine bazı kadınların ataerkil işbirlikçi tutumları da etkilidir.Bunun sebepleri kadının erkek egemen bir toplumda ayakta kalabilmek için erkeğin yani güçlü olanın safında yer alma gereği duyması olabilir aynı zamanda ataerkil toplum yapısı insanlara bir şekilde empoze edilmektedir-medya,siyasilerin söylemleri,gelenekler vb araçlarla-   ve bunun sonucunda kadında gerçekten doğru olanın ataerkil toplum yapısının kuralları olduğuna inanabilmektedir. Aynı zamanda okuma yazma oranını düşüklüğü ve televizyon izleme oranının %95’ler gibi vahim boyutlarda olması,insanların olan bitenin farkında olamamalarına -çünkü sadece televizyonda kendilerine sunulan erk zihniyetin ürünlerini kabul etmeleri ve tüketmelerinden dolayı başka türlüsünün olabileceğini düşünememelerinden dolayı- neden olmaktadır.  
Peki ama erkeklerin, kadınlara yönelik mülkiyetçi ve cinsiyetçi algılarının bir sonucu olarak yaşadığımız tecavüzleri, tacizleri ve cinayetleri nasıl önleyeceğiz?. 
 
Bu noktada, idam gibi cezaların ve devlet eliyle gerçekleştirilecek diğer uygulamaların bir iyileştirme ya da kesin sonuçlar getireceğine inanmamaktayım. Varoluşsal olarak devletler, suçlu ve suç ister. Yasama, yürütme ve yargı organlarının varlık nedenlerinin en önemlisi,  halkı/vatandaşları, var olan ya da potansiyel olarak var olabilecek suç ve suçlulara karşı korumaktır. Hal böyle iken, iktidar odakları iktidarlarını pekiştirmek ve daim kılmak için her daim korkuyu, tehlikeyi, baskıyı canlı tutmak isteyecektir.
 
Çözüm bence, uzun soluklu ve sivil olarak yapılandırılmış bir örgütlenme sürecidir. Bireylerin gönüllülüğüne dayalı oluşturulacak sivil bir örgütlenme ile bir değer olarak insanı ve temel hak olarak yaşamayı, dil, din, tür ve cinsiyet farkı gözetmeksizin en üstün gaye sayabilecek bireyler yetiştirmektir. Kadınlara yönelik cinsiyetçi ve ayrımcı algının ekonomik, kültürel, politik nedenlerini ortaya çıkararak, bütünleşmiş çözüm yolları geliştirecek sivil örgütlenmeler ve inisiyatifler  uzun vadede, ancak kalıcı çözümler sunabilecektir.  
 
Bu uzun bir süreç olduğu için sabırlı ve emin adımlarla , karamsarlığa kapılmadan yolumuza devam etmemiz bu noktada çok önemli ve gerekli, aynı zamanda bu süreçte,  kadına yönelik şiddeti önlemek adına devletin de elini taşın altına koyması şart! Katillerin,tecavüzcülerin cezalarında iyi hal indirimleri yapmak, kadına yönelik olarak söylenen ve toplumu kadına karşı olumsuz anlamda yönlendiren söylemlere başvurmak gibi tutumlar devam ettiği sürece kadın maalesef şiddet görmeye ,tecavüze uğramaya,aşağılanmaya devam edecektir. 
 
Yine de , karamsarlığa kapılmayalım; kadınlar yüzyıllardır insan gibi yaşayabilmek için,eşit şartlarda ve adil bir şekilde muamele görebilmek için,çok zorlu ve çetin mücadeleler vermektedir ve bu mücadelelerinin de olumlu sonuçlarını almıştır ve almaya da devam edecektir.
 
Sadece inanalım ve birlik olalım,gerisi kolay!