Gülsüm Kav: Yeni Sene ve Bambaşka Kadınlar
Bu sene, tüm toplum için olduğu gibi kadınlar bakımından da büyük gerilim ve çelişkiler ile geçti. Şimdiye kadar hiçbir yıl, bizi bu kadar öldürmedi, bu kadar aşağılamadı ve bu kadar öfkelendirmedi.
Başımıza gelenlere çok öfkelendik. Ama gelebilecek olanlara da çok direndik bu yıl.
Bir yılda neler kazandık, neler kaybettik muhasebe ettiğimizde; geçen seneden daha zor günler geçirdiğimizi ama bununla beraber daha çok sayıda kadının da mücadeleye katıldığını görüyoruz.
Hiç şüphesiz, hayatta kadın olarak var olmanın zorluğu yeni değil. Hatta cinsiyet ayrımcılığı dünya tarihinin en köklü eşitsizliği olarak çok eski. Ve biz Türkiyeli kadınlar, erkek egemenliğinin; yani “kadından nefret: mizojini”nin, ilk birikmeye başladığı coğrafyada; tarihi Akdeniz havzasında yaşıyor olmanın bütün acı sonuçlarını yaşıyoruz. Yasalarda yazan haklarımızı kullanmak için bile mücadele etmemiz gerekiyor. Bu mücadelenin hayatımıza mal olan sonuçları var: kadın cinayetleri artarak devam ediyor. Kadınlar kendi hayatına karar vermeye; boşanmaya, ayrılmaya, bir teklifi reddetmeye ya da hayatıyla ilgili çalışmak, şu ya da bu giysiyi giymek, telefonu açmak, açmamak gibi kararlar almaya çalışırken öldürülüyorlar, şiddete maruz kalıyor.
İşte biz yıllardır yine mücadele ederek kazandığımız modern haklarımızı tam olarak yaşamak için uğraşır, ölümleri ve şiddeti durdurmaya çalışırken, 2016 yılında bambaşka zorlukta bir iklime girdik. Toplumda genel olarak artan şiddet, bize daha fazla hak ihlali olarak yansıdı. Bu durum siyaseten haklarımızın daha çok desteklenmesi ihtiyacını ortaya çıkarırken, tam tersine kadınlara baskının artması ve modern haklarımızın neredeyse tümden geri alınmaya çalışılması ile karşılaştık.
Bu kadar olmaması gereken şeyin bir araya gelmesi; bu tersine dünya, diyebiliriz ki, biz kadınların da öfkesini biriktirdi, dirence dönüştürdü.
Şimdi yıl sonunda, direnişi gerçekleştirdiğimiz ortama bakınca da; baskı koşullarında gerçekleşen bu mücadelenin bir elmas gibi parladığını, bütün topluma ışık olduğunu görüyor, bundan gurur da duyuyoruz.
Başımıza gelenler
Yıl boyunca geçen sene başlamış olan bombalı saldırılar devam etti. Bir anda yüzlerce insanın; can verdiği bu patlamalar, şiddetin en üst biçimiydi. Bir toplumda, dehşet verici şiddet biçimleri yaşanmaya başladığı anda- bu şiddet başlangıçta doğrudan kadına yönelik olmasa da- devamı derhal kadınlara yönelir, bu sosyolojik bir gerçektir. Bütün savaşlar, çatışmalı durumlar, krizler, olağanüstü haller kadınlara başka yansır; ezilenlere bir başka yansır, kısacası toplumun krizlerinin acısı hep kadından çıkarılır. Bizde de böyle oldu; çatışmalı durumların kadınlar için daha ağır sonuçlar yarattığı; cinayetlerin ve şiddetin artmaya başladığı bu ortamda üzerine bir de 15 Temmuz darbe girişimi yaşandı. Meclisi bombalamaya varan bu “meta şiddet”, ardından başlayan OHAL döneminin hak ve özgürlükleri baskı altına alması, OHAL’e rağmen yaşanan patlamalar ve ölümler, siyasi suikastlar ve devamı; şiddeti yıl boyunca hayatımızın her yönüne atom parçacıkları gibi yaydı diyebiliriz.
Hemen her gün, ya siyasetçilerin dilinde, ya erkeklerin elinde, hedef tahtasında olduk.
Kadın cinayetleri geçen seneye oranla arttı; işleniş şekli barbarlaştı. Her tür mekânda cinsel saldırıya uğradık; kentin merkezi caddelerinde tecavüzü, şehirlerarası otobüste cinsel tacizi, şehir içi otobüslerde, parklarda “tekmeli” saldırıları, markette yürüyüş şeklimiz öne sürülerek darp edilmeyi bu yıl yaşadık. Şiddet faillerinin pervasız biçimde cezasız bırakılmalarını da…
Kadınların Cevabı
Ancak çelişki şu ki; bütün bu sorunlar karşısında, yönetenler sessiz kalır iken, kadınlar susmadı, baskı koşullarına rağmen direnmenin bir yolunu buldu, tepki gösterdi ve daha çok mücadele etmeye başladı. Diyebiliriz ki, kadınlara zulmün artışı aynı oranda bir direniş de doğurdu.
Sene, Diyanet’in “ensest” ile ilgili fetvası ile açılmış, her gün başka bir felaket yaşamış ve en sonunda bu felaketler bizi bambaşka bir hale getirmişti. Bunu Kasım ayında meclise getirilen 103. Madde ile ilgili “utanç önergesi” ile gördük. Kadın haklarının hiçe sayıldığı, çocuk istismarının ve tecavüzün aklanmaya çalışıldığı ve laikliği ortadan kaldırarak şer’i hukuk ile toplum yönetmenin hedeflendiği bu ahlaksız teklif, öfkeyi taşırdı ve yılın en önemli kadın isyanını da başlattı.
Kadınlar, Türkiye’nin her tarafında ayaklandılar, örgütlendiler ve en son Meclis’e akarak duruma el koydular, utanç önergesini durdurdular, tüm toplum için umut yaratan örnek oldular.
Bu yılı “korku” yılı yapmaya çalıştılar; kadınların çok korkutuldukları ama korkuyu da en çok yendikleri yılı yaşadık. Çok korktuk ama korku duvarını da çok aştık bu yıl.
Bizim için hayat zaten hiç kolay olmamıştı ve belki bu yüzden -bu denli örgütlü kötülük ile ilk defa karşılaşmış olsak da- örgütlü mücadele etmeyi öğrenmiştik.
Yeni Sene
Şimdi seneyi, kadınları da etkileyen ve etkileyecek olan anayasa tartışmaları ile kapatıyoruz. Demokrasiye, laikliğe, modern haklara, parlamentoya önem vermeyen, tek “adama” önem veren bir rejim değişikliği arzu ediliyor. Kadınların üzerine basa basa inşa edilmeye çalışılan bu rejimin bir amacı da, belediyelerin dağıttığı “evlilik ve aile” kitapçık örneklerinde gördüğümüz gibi; kadınları tam bir köle olmaya ikna etmek.
Oysa iktidarın anlaması gereken bir şey var; kadınlar “köle” olmaya asla ikna olmayacak.
Türkiye’de değişen, haklarını isteyen kadınlar, bambaşka bir direniş de birikiyor. İşte kıskanç kocasından boşandıktan sonra dünyayı dolaşan Ayşe Kurucu teyze bunun çok güzel bir örneği. Artık bizim o çamaşır suyu reklamlarındaki Ayşe teyzelerimiz değil, kocasından boşanıp dünyayı dolaşan, özgürlüğünü isteyen, Ayşe teyzelerimiz de var.
İşte yeni yıla her şeye rağmen ümitli girmemizi sağlayan işte budur; mücadelemiz ve onun buluşabileceği daha çok sayıda kadın…
İyi seneler…