Feminist Çeviri: Nekropolitika, Narkopolitika ve Kadın Cinayeti: Meksika - ABD Sınırında Cinsiyete Bağlı Şiddet
31.1.2019
Yaşam, ölüm ve insan bedenine (özellikle yaralanmış ya da katledilmiş bedene) nasıl bir yer veriliyor? Güç dengesine nasıl kazınıyorlar? - Achille Mbembe (2003, 12)

1993’te bir grup kadın, düzinelerce kız ve kadının öldürülüp şehrin her yerine çöp gibi atıldığı haberiyle Ciudad Juarez, Chihuahua’yı şok etti. Cinayetlerin sayısı geçen yıllarla arttıkça ve polis güçleri failleri bulmak için yetersiz ve isteksiz olduğunu kanıtladıkça, protestocular aktivist oldu. Şiddeti ve sonrasındaki cezasızlığı “femisit” olarak adlandırdılar ve Meksika hükümetinin yerel, eyalet ve federal düzlemde şiddeti durdurmasını ve failleri cezalandırmasını talep ettiler.
Neredeyse yirmi yıl sonra, şehrin bir femisit yeri olarak kötü unvanı şimdi başka bir korkunç şöhrete yol vermekte: daha önce görülmemiş bir uyuşturucu şiddeti. 2006’dan beri şehirde altı bin, ülkede yirmi sekiz bin insan; illegal uyuşturucuların üretim ve dağıtımını sağlayan kartellerin yeniden yapılandırılmasıyla bağlantılı şiddetten ötürü hayatını kaybetti. Femisitler gibi, uyuşturucu ticaretine bağlı şiddetin ana hedefi üretici işçilikleriyle Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA) döneminde Ciudad Juarez’in küresel endüstrileşmenin merkezi olmasını belirleyen şehrin yoksul çalışanları.   
Halkın şiddete karşı isyanına cevaben Meksika Hükümeti eyaleti kartellere karşı koruma yönünde militarist bir stratejinin parçası olarak Ciudad Juarez başta olmak üzere birçok şehre yüzlerce birlik yerleştirdi. Lakin şiddet, ordunun varlığıyla, şehrin dünyada şiddetin en yoğun olduğu şehirlerden biri haline gelerek daha da kötüleşti (Mora 2009; Miglierini 2010). Dahası, iç ve uluslararası insan hakları örgütleri Meksika federal güçleri tarafından işlenen rekor sayıda insan ve vatandaşlık hakları ihlalini belgeledi (La Franchi 2009; Human Rights Watch 2010). Sonuç olarak, Meksika Federal Hükümeti şiddetin Meksika eyaletinin yaşama gücü için anlamını sorgulayan tartışmalar birbirini izlerken politik bir krizle yüz yüze geliyor.  Bir tarafta gittikçe artan sayıda insan, meşhur Meksikalı tarihçi Victor Oronzo’nun (2009) yazdığı gibi, şiddeti “devletin başarısızlığı” olarak görüyor. Diğer tarafta başkanın ve koalisyon hükümetinin destekçileri şiddeti devletin uyuşturucu ticaretini önlemedeki başarısının bir sonucu olarak görüyor, şiddetin artmasını devletin gücünün artmasının takip ettiğini söylüyor (Wilkinson 2008). Bu tartışmalar, Meksikalı kamu alimi, aktivist ve Chihuahua yasama yazarı Victor Quintana'nın (2010) yakın zamanda yazdığı gibi, “bir yorum savaşı” nın devletin şiddete verdiği cevabın merkezinde olduğunu; bu argümanın devletin femisitlere karşılığını sivil topluma karşı bir savaşla eşdeğer gören antifemisit aktivistleri tarafından ilk defa ortaya atıldığını da ekleyerek belirtmiştir (Wright 2006, 151-70). Böyle savaşların kalbinde Ciudad Juarez sokaklarında yatan ölü bedenlerin aktivistlerin iddia ettiği gibi başarısız bir devleti mi yoksa hükümetin iddia ettiği gibi güçlü bir devleti mi temsil ettiği sorusu yatar.

 

*Bu makalenin araştırılması ve yazılması sırasında birçok insanın cömertliğinden yararlandım: Esther Cha´vez Cano, Irma Campos Madrigal, Luz Estela Castro, Alma Go´mez, Rosalba Robles ve sorularıma cevap veren ve işleri daha net bir şekilde anlamama yardımcı olan Chihuahua Şehrindeki ve Ciudad Juarez'deki diğerleri. Rosalba Robles, Guadalupe de Anda, Lorraine Dowler, Brian King, James McCarthy ve anonim eleştirmenler daha önceki taslaklar hakkında değerli yorumlar sundu. Molly Molloy, yıllardır güvendiğim Frontera-list üzerinden sınır haberleri sentezi, çevirisi ve yayılması konusunda paha biçilmez bir hizmet sundu. Özellikle uzman düzenlemesiyle fark yaratan Linda Garber'a minnettarım. Herhangi bir hatadan yalnızca ben sorumluyum. Bu makaleyi cesur feministler olan Esther Cha´vez Cano'ya ve  Irma Campos Madrigal'a adamak istiyorum. Birçok kişi tarafından özleniyorlar.

Bu soruyu ele almak için uyuşturucuyla alakalı cinayetlerin ve femisitlerin cinsiyete bağlı şiddetle ve bu şiddetin devletin korunmasında araç olarak kullanılmasıyla bağlantılı olarak ele alınması gerektiğini savunuyorum.     
Bu amaçla, Kuzey Meksika’da ölümün yorumlanması üzerine savaşları sömürgecilik sonrası bilim insanı Achille Mbembe’nin geliştirdiği nekropolitika kavramı üzerinden inceliyorum. Mbembe nekropolitikayı “ölüm eseri” olarak siyaset şeklinde tanımlar (2003, 12), ve bunu Michel Foucault’nun yaygın olarak kullanılan fikri biyopolitikanın düzenleyici tamamlayıcısı olarak sunar (Mbembe 2002). Foucault modern liberal devletin önceki mutlakiyetçi versiyonlardan farkının toplumu ölüm tehdidiyle kontrol etmesi değil yaşayan toplumu kontrol etmeye yönelik tekniklerle çalışması olduğunu savunur. Biyopolitikanın “vücutları tabi kılmak ve nüfusu kontrol etmek için sayıca fazla ve çeşitli teknikleri” içerdiğini söyler (Foucault 1979, 140).  Modern devletlerin haklılığı yaşayan öznelerin çoğalmasına dayanır. Foucault’nun argümanını bir başlangıç noktası olarak kabul etmenin yanında Mbembe biyopolitikanın şiddet kullanarak öldürme tehdidinin çağdaş mekanlarda bir yönetim tekniği olarak kullanılmasını açıklamada yeterli olmadığını savunuyor ve Foucault’nun akrabalığın devletin üretilmesini öznelerin üremesine bağlayan teorisini savunmak için Batı Avrupa örneklerine bağlılığına karşı çıkıyor. Mbembe bunun yerine sömürgecilik sonrası yerlerdeki siyasi olarak dengesiz mekanlardan örnekler vererek politikanın kimin öldüğü ve kimin ölmediğinin, yani yaşadığının, belirlenmesi için bir yöneticinin çıktığı bir savaş türü olduğunu vurguluyor. Ama Mbembe Foucault’nun analizini ölümün nekropolitikadaki anlamının; tıpkı yaşamın biyopolitikadaki anlamı gibi, cisimleşmenin yorumlanmasından doğduğuna dikkat çekmek istiyor – cesetlerin, kimin öldürdüğünün ve kimin öldüğünün yorumlanması. Biyopolitika nekropolitikayla sıkı sıkıya bağlıdır, çünkü devletler bazı insanların ölümünü meşrulaştırarak diğerlerinin yaşamını korur (Braidotti 2007). Bu yüzden Mbembe “politika ve ölüm arasındaki ilişkiyi” ele almanın devletlerin; anlam ve temsili de dahil olmak üzere, ölümün yeniden üretilmesinden doğanın emsali olarak nasıl ortaya çıktığını anlamak için esas olduğunu savunur (Mbembe 2003, 16) (1).
Bu nekropolitik kavram akılda tutularak, hem femisit hem de uyuşturucu şiddeti denilen olaylarla ilgili olarak ölümün politik anlamı üzerindeki savaşların, alan, şiddet ve öznelliğin cinsiyetlendirilmesi yoluyla nasıl ortaya çıktığını inceliyorum. Amacım iki yönlü: birincisi, anti-femisit hareketinin, yöneten elitler Ciudad Juarez’i mahveden yıkıcı şiddeti organize suça karşı savaşta olumlu bir unsur olarak gösterirken, demokratik Meksika devleti ve vatandaşları için nasıl bir risk taşıdığını göstermek; ikincisi ise toplumsal cinsiyet politikalarının bu tarz nekropolitikalar için nasıl merkezi olduğunu göstermek. Toplumsal cinsiyet politikalarının yalnızca mutlakiyetçi devletlerin yıkılmasından ortaya çıkan liberal demokratik kurumların oluşumu için değil, aynı zamanda şiddetin meşru hakimleri olarak devletlerin örgütlenmesi için de temel oluşturduğunu belirten ilk feminist teorisyen değilim (Landes 1988; Melzer and Rabine 1992; McMillan 2009).
Örneğin; tarihçi Joan Landers’ın yazdığı gibi, “toplumsal alanın yayılan cinsiyetçileşmesi”, “kadınsal” olanın siyaset, ekonomi ve kültür alanlarından ayrılmasının etrafında modern liberal kişiyi tanımlayan ve kontrol eden bir “şiddet mekanizması” olarak işler (1988,).  Bir başka deyişle cinsiyet, devletlerin üretimi ve kişilerin yeniden yaratımıyla bağlantılı şiddet dinamiklerinin merkezi konumunda. Dünya çapında artan cinsiyetçi şiddetin gösterdiği gibi, nekropolitiği oluşturan esas şiddet bu tür şiddettir: Ölüm siyaseti ile cinsiyet siyaseti birlikte yürürler (Birleşmiş Milletler, 2006).  Ancak anti-femisid (kadın cinayeti karşıtı) hareketin açıkça gösterdiği şu; Mbembe’ninki gibi tartışmalardaki cinsiyetin ihmali o kadar yaygın ki, bu durum insanlar günlük yaşamlarında cinsiyetçi şiddetle karşılaştıkça, cinsiyetçi nekropolitikayla yeniden yaratılan iktidar ilişkilerini altüst etmek için kullanabilecekleri siyasi olanaklar kısıtlanıyor (Ahmetbeyzade 2008).
Bu durumun günümüz Meksika’sı ve kuzey komşusuyla ortak sınırı ile alakası, Ciudad Juarez’de son yirmi yıldaki anti-femisid hareketi araştırmalarımda ve Meksika-ABD sınırındaki devlet destekli askerileşme üzerine yaptığım çalışmalarda sürekli ortaya çıkan bir konuydu. Birçok yazar anti-femisid hareketi üzerine kapsamlı yayınlar yaptılar. Fakat hiçbir yayın, bu hareketin bir hükümet tepkisine -hatta çoğunlukla uyuşturucu şiddetine yönelik bir hükümet tepkisizliğine- karşı yürütülen mücadeleyle ilişkisini ele almadı. Siyasi, kurumsal ve aktivist liderlerle yaptığım röportajlardan ve 2004’te derlenen etnografik materyallerden yararlanarak hazırladığım söylev analizimde; bu iki şiddet karşıtı hareketin birbiriyle ilişkisinin, ortak savaştıkları şiddetin anlaşılması ve karşı durulabilmesi için çok önemli olduğunu tartıştım. Ciudad Juarez’deki bilim insanlarına, sivil liderlere, aktivistlere yapılan saldırının artışı dolayısıyla bazı önemli bilirkişilerin kimliklerini gizlemek için ekstra önlemler aldım. Birçok Meksikalı gazeteci artık yazılarının altına imzalarını atmıyorlar, aynı şekilde birçok akademisyen olası bir şiddetli misillemeden çekindikleri için araştırmalarını yayınlamayı reddediyorlar (Castillo 2010).  Bundan dolayı, bu analizimde röportaj materyallerine normalden daha çok yer verdim. Kuzey Meksika’daki ölümler üzerine hükümetin yersiz savunmalarına direnen aktivistler ve akademisyenlerin kendi hayatları da tehlike altındayken, cinsiyetçi şiddetin nekropolitiği hakkında çalışmanın tam zamanı olduğu anlaşılıyor.
“Onlar ne isterlerse almanın” Cinsiyetçi Siyaseti

 

Şiddetin mekanizmalarını keşfediyorum . . . ve toplumdaki kadınların nasıl susturulduğunu. – Joan Landes (1988)
1994’te, Ciudad Juarezdeki kadınların ve kızların ele geçirildiği haberinin duyulmasından bir yıl sonra, bir grup kadın La Coordinadora de Organizaciones No Gubernamentales en Pro de la Mujer (Kadın Sivil Toplum Kuruluşları Koalisyonu, bundan böyle “Koalisyon” diye anıldı) isminde bir koalisyon kurdular.  Bu koalisyona katılan kuruluşlar, neticede on dört taneydi, artan sanayileşmeyle ve artan göçle uğraşan bir şehrin sorunlarına (artan gecekondu yerleşimi, tek reisli haneler, aile içi şiddet, risk altındaki çocuklar, halk sağlığı ve eğitim eksikliğine) tepki olarak on yıl öncesinde kurulmuşlardı. Koalisyonun ilk kurucularından  Esther Chaves Cano, bir emekli muhasebeci ve feminist aktivist olarak bu organizasyonu şehrin “eşsiz bir siyasi gücü” olarak tanımladı: “Siyasi kurumlar kadınların toplum siyasetinde bu denli etkili olabileceğini hiç tahmin etmiyordu. Onları şok ettik!”
Katılımcı organizasyonlardan Chavez Cano’s El de Marzo de Ciudad Juarez, açıkça bir feminist grup olduğunu ifade ederken, koalisyon, üç tane temel prensip etrafında toplanan feminist tonda bir adalet talebinde bulundu: Daha fazla ölüm ve kaçırılma vakasının engellenmesi için kent yönetimi ve kentin ihracat yapan firmaları yeni stratejiler geliştirmeli, Chihuahua eyaleti önceden işlenmiş suçlara uzman incelemesi yapmalı ve her seviyeden yönetici kesim kadına yönelik şiddeti meşru kılan siyasi, ekonomik veya kültürel her bağlamın üzerine eğilmeli (Perez Garcia 1999).
Bu taleplerin iletilmesinde koalisyon, şiddet ile Meksika’nın kuzey sınırında büyümenin kaynağı olan, 1994’te NAFTA’nın uygulanmasının yolunu açan politika ve ihracat sürecindeki politik ekonomi arasında bağlantılar kurdu. Koalisyon, daha iyi polis koruması ve şehirdeki ihracat endüstrisindeki veya serbest ticaret bölgesindeki işlerine giderken kadınların yürümesi gereken karanlık yolların aydınlatılması çağrısında bulundu. İşverenlere işçiler için yaşanabilir ücretler ve güvenli ulaşım sağlamaları yönünde çağrıda bulundular ve kadına yönelik şiddetin belediye ve devlet idaresi düzeyinde ciddiye alınmasını istediler. Seks işçileri ve HIV eğitimi ile çalışan bir kuruluşun yöneticisinin 1997'deki bir röportajında söylediği gibi, “Şiddetin arkasındaki politikaları görmek istemediler. Onları görmelerini sağladık. ”(6)
Taleplerinin ardında güç oluşturmak için, antifemisid protestocular, şiddete dikkat çeken ulusal ve uluslararası ağlar oluşturdular ve Ciudad Juarez'i, çalışmaları uluslararası iş bölümünün dişileşmesine dikkat çekmiş olan genç kadınların öldürülmesi ile adı çıkmış hale getirdiler. Sonuç olarak, yerel ve uluslararası siyasi ve tüketici örgütleri Meksika’daki siyasi liderlerin yanı sıra ülkede iş yapan uluslararası şirketlerin liderlerini de kadın cinayetlerini durdurmak için baskı altına aldı.
Siyasi ve kurumsal elitler, şiddetin siyasi veya ekonomik bir sorun olduğu fikrine karşı koydular ve mağdurların bu kadar dikkate değer olmadığını iddia ederek koalisyonun suçlamalarına cevap verdiler. Chihuahua Valisi Francisco Barrio'nun 1995’deki iddiasına göre, cinayet sayıları şehir için normal sınırlara düştü (Diebel 1997) (7).  Bu iddiası şehrin ABD yasağı sırasında ortaya çıkmış ününe dayanıyordu. Bir işçi sınıfı şehri olarak ahlaksız ve kirli, kuzeydeki güçlü komşusuna yakınlığını gevşek cinsel ahlakı ve ucuz seks, alkol ve benzer eğlenceler arayışındaki askerlerle yansıtıyordu. (Tabuenca Co ?rdoba 1995–96).
Diğer şehirlerin aksine, Ciudad Jua ?rez fuhuşları (Meksika’da yasal) bölgesel olarak yasaklamamıştı, bunun yerine şehrin herhangi bir yerinde sürmesine izin verdi. Kent, sokaklarında, meydanlarında ve pazarlarında “kamuya açık kadınlar” adıyla seks hizmeti satmasıyla ünlüydü. (8)

Bu itibar 1970'lerde binlerce genç kadının, kadın işçi istihdam eden endüstrilerde iş bulmak için göç etmesiyle iyice katılaştı. Obrera (işçi) kadının ramera (fahişe) kadın olarak algılanması, fabrika işçilerinin sürekli olarak karşı karşıya kaldığı bir şeydi. İşlerine giderken caddeleri gezen kadınlar ve işlerinin bir parçası olarak caddeleri gezen kadınlar, kamusal kadınlar olarak şehrin ününe eklendi. (bkz. örneğin, Nathan 2002). Genellikle Meksikalı ailelerin sosyal olarak parçalanmasının bir kanıtı olarak gösterilen fabrika işçileri, Meksika’nın küresel bir üretim merkezi olarak ün kazanmasından sorumlu kişilerdi. Ancak bu şöhretin ardındaki işçiler, erdemlilerden ziyade kamuya ait kadınlar olduğundan, kentin gururlu sanayi itibarı sürekli olarak bunun ev dışında çalışan kadınlarca yaratılmış olması utancıyla karıştı (Tabuenca Co ?rdoba 1995–96). İşçilerin bir tür kamu kadını olarak nitelendirilmesi, fuhuşun kamusal alanda yaptıkları faaliyetlerle kirlenen ve sırayla ailelerini, topluluklarını ve milletlerini kirleten kadınların simgesi olarak yorumlanmasına dayanmaktadır (Castillo, Rangel Gofile ve Delgado 1999). Böyle bir karakterizasyonun politik riskleri, Meksika'da “vatandaş” demenin başka bir yolu olan “kamu adamı” terimiyle karşılaştırıldığında daha da belirgindir.(9) Mantığın en uç noktasında ele alındığında, devletin kamu kadını söylemi, talihsizken, toplumdaki kadınların ölümleri, bir tür kamu temizliğini temsil ediyor; zahmetli kadınların çıkarılması toplumun ahlaki ve politik dengesini yeniden canlandırıyor (Wright 1999; Fregoso ve Bejarano 2010).
Şehirdeki düzinelerce genç kadın ve kızın katledilmesinin ve terk edilmesinin Ciudad Juarez gibi bir şehir için normal olduğunu açıkladığında, valinin konuşmasının alt metni şehrin kamusal kadınlarının şöhretiydi. (Tabuenca Co ?rdoba 2003a). Meksikalı ailelere, kadın cinayetlerinin karıları ve kızlarını kontrol ettikleri, nerede olduklarını bildikleri sürece bir sorun teşkil etmediğini ima etti. Kamu kadınının söylemi şiddeti normalleştirdi ve kurbanların bedenlerini ataerkil normallik kavramlarına dayanan politikaları doğrulamak için kullandı. Normal Meksikalı ailelerin, normal, özel kadınların evde oldukları sürece endişelenecek bir şeyleri yoktu.

Polis, bu fikri kaybolan kadınların endişeli aile ve arkadaşlarına onların büyük olasılıkla ‘çifte-hayat’ yaşadıklarını söyleyerek bu fikri yineledi (Nathan 1999, 26; Wright 1999, 456). Cesetler bulunduktan sonra da yas tutan arkadaş ve ailelere bu mesajı tekrarladılar. Şiddete karşı; suçluları bulup şiddeti durduracak profesyonel soruşturmalar yürütmek yerine aile ve arkadaşlarına yapabilecekleri bir şey olmadığını söylediler. Çifte hayat yaşayan kızlar genellikle öldürülüyordu; bu, sıradan olaylar zinciriydi. Bu sebeple soruşturma ve mahkumiyet eksikliği, söz konusu şiddetle ilgili yanlış bir şey olmadığı göz önüne alındığında sorun değildi (Amnesty International 2003). Çoğu aile üyelerine polisle buluşmak ve eylem talep etmek için eşlik eden Cha´vez Cano, karşılaştıkları tavrı şöyle özetledi: “Polis, öldürülmüş kadınların fahişe veya eroinman olduklarını söylüyor. Söylemek istedikleri bunun bir şekilde bu kızların suçu olduğu… Bu kadınların kendi ölümlerinden sorumlu olduklarına inanmamız gerekiyormuş.” (alıntı Diebel 1997, A1).
Cesetlerin sayısı arttıkça, suçların vahşiliği ve mahkumiyet eksikliği kentte politik bir sorun haline geldi ve kamuoyu cevap talep etmeye başladı. 1996’da şehrin devlet üniversitelerinden birinde ekonomik coğrafya dersindeki öğrencilerden birinin de dediği gibi, “Bir araba çaldığında bile, bir kızı öldürdüğünde tutuklanacağından daha hızlı tutuklanabilirsin.” 1995 yılında Belediye başkanlığı, kamuoyunun artan endişesine yönelik yerel gazetelerde bir dizi bildiride bulundu. Bu bildiriler, kadın sakinleri halk içinde uygunsuz davranmamaları, kışkırtıcı kıyafetler giymemeleri ve tehlikeli yerlerde bulunmamaları hakkında uyarıyordu (Tabuenca Co´rdoba 2003a). Ayrıca resmi merciler, aileleri; kafın fertlerinin nerede bulunduklarını dikkatle izlemeleri, gündüzleri işçi ya da öğrenci, akşamları seks işçisi olarak çifte-yaşam sürdürmelerinin önüne geçmeleri hususunda baskı yapıyordu (Limas Herna´ndez 1998). Bir Birleşmiş Milletler komisyonunun bildirdiği gibi, devletin ve yerel yönetimin verdiği yanıtın yarattığı izlenim, suçun mağdurlarının “öldürülmek istediği” idi (Birleşmiş Milletler 1999, madde 85; çeviri: Melissa W. Wright).
Şiddetin seks işçisi kadınlardan oluşan bir şehirde normal ve kaçınılmaz olduğunu belirten siyasi ve kurumsal seçkin sınıf; bu söylemi, halkın şiddete uğrayan kadınlara duyduğu sempatiyi azaltmak için kullanarak kamuoyundaki kadınların güvenliğini sağlama önceliğinin baskısını hafifletti. Suçun mağduru seks işçilerinin, yaşamlarına son veren şiddete kendilerinin sebep olduğunu ima ederek; uç gerçekliğinde toplumu beladan kurtarmak için kadına yönelik şiddeti meşrulaştıran birtakım iddialara atıfta bulundular. Eğer seks işçileri şiddetin kaynağıysa, cinayetleri şiddeti bitirmeye bir araç olur. Ölümleri bir çeşit kentsel arındırmadır. Seks işçisi söylemi, kısacası, ölü kadınları ve kızları siyasi düzende konumlandırmak için kilit bir araçtı. (10)
Koalisyon, seks işçisi söylemine, cinayetleri normal bir yaşamın kanıtı olarak haklı çıkartan şiddeti, toplumsal cinsiyete meydan okuyarak, mağdurları şahsileştirerek ve onları halka kız evlat(hijas) olarak tanıtarak hükümetin toplumsallaştırılmış nekro-politikasıyla mücadele etti. Hareket, Meksika'da ve Latin Amerika'daki aktivistlere dayanıyordu, bu aktivistlerin çoğu anneydi, protestoları durdurmak için şiddete başvuran devlete karşı mücadele ediyorlardı.Aktivistler Latin Amerika’da devlet tarafından komünist, terörist ve yıkıcı görülen şiddet mağdurlarına masum çocuklar olarak hitap ederek üste çıkan bu fikirlere karşı gelmişlerdir. Koalisyon, bu taktiği, seks işçisi söylemine karşı mücadele etmenin bir yolu olarak kullandı, tamamen ortadan kaldırmadan, buen hijas (iyi kız evlatlarının) kentin kamusal alanında, sokaklarında, fabrikalarda meşru bir yeri olmadığı fikrini reddetti (Wright 2007). Mağdurlar, aile içi görevlerini yerine getirmek için evin dışında da çalışıyorlardı. Cha´vez 2007’de  "Soruşturma talep ettiğimizde bu talebimiz için bize sadece güldüklerinde bir şeyler yapmamız gerektiğini biliyorduk." dedi. “Böylece kurbanları halka tanıttık. Onlara insan olmayı gösterdik. ” (11) Bu stratejiyle, aktivistler seks işçisi söyleminin cinsiyetçiliğini döndürerek mağdurların özel sebeplerden dolayı kamusal alanda bulunduğunu beyan etti: Evdışında çalışarak aile gelirine katkı sağlıyorlardı. Bu nedenle, söz konusu 'kız evlatlarını' tehdit eden şiddet, Meksika toplumunun temelini tehdit eden bir şiddetti: dışarıda çalışmaları anlamına gelse bile aile sorumluluklarını hep ön plana koymalarını gerektiren ataerkil öğretiler. Bu şekilde, aktivistler kadın cinayetlerinin tehlikeli kadın cinselliğinin bir sonucu olduğunu, bunun barışçıl erkekleri şiddete sürüklediğini öne süren nekro-politiklerle mücadele etti. Aktivistler, mağdurların Meksika toplumunun özünü temsil ettiği fikri ile var olan seks işçisi söylemine karşı çıktılar. Şiddet, kısacası, devletin zayıflığını işaret ediyordu.
Koalisyon ve diğer antifemisit (kadın cinayetlerine karşı) aktivistler, yetkili makamların nekropolitelerine karşı çıkan direnişleriyle yeniden harekete geçen siyasi ve kurumsal bir kuruluşun bazı eylemlerde bulunmaya zorlanmasında kayda değer bir ilerleme kaydetti. 1998'deki cinayetleri soruşturmak için özel bir savcının atanması ve mağdurların aileleriyle birlikte çalışacak bir ofis kurulması hareket için büyük başarılardı. Ek olarak, eyalet çapında ve federal ofis için çalışan politikacılar, Kuzey Meksika'daki kadına yönelik şiddete yaklaşımlarına ilişkin soruları cevaplamak zorunda kaldılar ve şirket yetkilileri, Meksika dışındaki aktivistlerin güvenliğini artırmak için tedbirler almak zorunda kalınca uluslararası inceleme altında kaldılar. Cha´vez Cano, “Koalisyon bazı büyük savaşlar kazandı. Kuruluşa karşı bir savaştaydık. Zavallı ve kadın oldukları için kurbanların değersiz olduğu fikrinden kâr elde etmek istediler. Onlarla savaştık ve kaçmalarına izin vermedik. ” diye durumu açıklamıştır.
Kamusal kadın söylemi, siyasi ve kurumsal elitlerin gerçekleştirdiği eylemler dahilinde bile gizlendi. Örneğin,  Meksikalı yetkililer tarafından 1998 yılında işe alınan bir kriminolojist suçları analiz ederken, bu suçların, tıpkı okul çocuklarını şekerle kandırmak gibi, kurbanların baştan çıkarılması sonucu oluştuğunu açıkladı. Kriminolojist, cinayetlerin, çalışan ve ev dışında eğlence bulan kadınlara da yansıdığı gibi, “geleneksel değerlere” yönelik bir saldırı nedeniyle “sosyal şok” u yansıttığı sonucuna varmıştır. Kararlarının arkasındaki kamusal kadın söylemine bağlı olarak, “kadın işçilerin tehlikeye dikkat etmeden macera aradıklarını” uyardığı zaman, mağdurlara yönelik şiddet suçunun çoğunu kararlaştırdı. Elde ettiği bulgular, halk kadınlarına yönelik şiddeti normalleştiren nekropolitik düzeni kanıtlamış oldu.
Bir yıl sonra, AMAC direktörü, Amerikan 20/20 haber programında yayınlanan yüksek profilli bir röportajda benzer fikirler ortaya koydu. Şiddetin kaynağı ile ilgili bir soruya “Bu genç kadınlar en son nerede görüldüler? İçiyorlar mıydı? Parti mi yapıyorlardı? Karanlık bir sokakta mıydılar? Veya evlerine gittiklerinde bir bitkinin önünde miydiler?” (şeklinde sert bir yanıt verdi. Onun görüşüne göre, sokakta ne kadar kadın varsa o kadar ceset olduğu anlamına geliyordu.
Bu tür iddialar, daha fazla bireyin ortaya çıkmasıyla iktidardaki seçkinlere saldırmaya başladı ve ulusal ve uluslararası basında kadın cinayeti büyük bir habere dönüştü. 2001'de, Ciudad Jua´rez merkezindeki doğrudan AMAC ofislerinin tam karşısında ve şehirdeki tek Walmart'ın bulunduğu sokağın aşağısında sekiz kadın cesedinin korkunç keşfi, ülke genelinde öfkeye yol açtı. Ülkede binlerce kişi, hükümetin kentteki genç kadınların uğradığı işkenceyi ve kadın cinayetini durdurmadaki başarısızlığını protesto etti. Şehir içi, eyalet çapında ve ülke genelinde yürüyüşler gerçekleşti; daha güçlü uluslararası bağlantılarla kurulan yeni kuruluşlar ve ABD, İspanya ve diğer önde gelen ülkelerden gelen kongre delegasyonları bu baskıya katıldı. Birleşmiş Milletler suçları soruşturmak için delegasyonlar atadı ve Uluslararası Af Örgütü (2003), hükümetin yetersiz soruşturmaları, cinayetlere olan ilgisizliği ve mağdurları suçlamak için kullanılan kamuoyundaki kadın söylemine ilişkin kapsamlı bir rapor için kanıtlar topladı.
Protestolar, delegasyonlar ve insan hakları raporları aracılığıyla cinayetler ve devletin bunlarla ilgili sorumluluğu hakkında farklı bir anlatım güç kazandı. Aktivistler, çevresi geniş (nüfuzlu) arkadaşları olan suçlulara güvenli bir sığınak sağlayabilmek için devlet yetkililerini hedef alan bir hamle olan cezasızlık bildirisi yayınladı.
Cezasızlığa odaklanmanın kökü, erken koalisyon protestolarında, siyasi ve kurumsal liderlerin toplumsal kadınları normalleştiren hikayeler aracılığı ile katillerden dikkati saptırmak ve devletin eylemsizliğini meşrulaştırmak üzerine bir bağlam oluşturdukları için eleştirilmesine dayanır. Quantina’nın Meksika’nın başlıca gazetelerinden birine yaptığı yorumdaki gibi, kadın cinayetleri ‘devletin dokunulmazlığı’nı ortaya çıkardı.  Aktivistler, 2001'den sonra iç ve dış ağlar arasındaki dokunulmazlık öyküsünü yaydı ve bu, yetkililerin cinayetleri yorumlamayı kontrol etme gücü içinde siyasi bir meydan okumaya döndü.
Yenilenen siyasi baskı altında, yönetim otoriterileri, aktivistlere ve mağdurlara ek olarak, kendi kamusal kadın söyleminin kullanımlarını daha fazla yaydı. Aktivistleri, hayat kadınları ile ilişkilendirdiler, ölü bedenleri her zaman seks ve şiddet hikayeleri arayan uluslararası basına sattıklarını öne sürdüler. 2003’te eyalet valisinin ofisi bu saldırıyı eyalet başkentinde bulunan ve 2001 cinayetlerinden sonra protestoları koordine etmek üzere birleşmiş örgütler koalisyonu olan Las Mujeres de Negro adlı örgütün liderlerine odaklandı.
Mujeres de Negro hakkında, bazı gazetecilerin deyimiyle “ölü kızlardan faydalandıkları” yönünde suçlamalarda bulunan başsavcı, bütün anti-femisid aktivistlerini toplum önünde mağdurları ve yaslı ailelerini kendi politik ve ekonomik kazançları için pazarladıkları iddiasıyla kınadı(Pin˜on  Balderrama 2003, A1). Karşılık olarak Mujeres de Negro, başsavcının bütün STK’lara ve onların temsil ettiği demokratikleşmeye savaş açtığını duyurdu(Perea Quintanilla 2003). Aktivistler, cezasızlık üzerindeki söylemlerini keskinleştirdiler ve bunu her gün gazetelere taşıyacak sayıda eylemler yaparak cinayetleri normal göstermeye çalışan hükümete karşı kendi savaş ilanlarını verdiler.
2007’de Mujeres de Negro liderlerinden Irma Campos “Sesimizi kestiğimizi sandılar” dedi, “ama aslında daha da öfkelendik ve hükümetin elini yükselttiğini gördük. Cezasızlık söyleminin haberlere çıkmaya devam etmesi lazımdı. Bu savaşı onların kazanmasına izin veremezdik”.15
Aktivistlere yönelik bu saldırı, mağdurların kendi öldürülmelerinden sorumlu tutulmalarından bile daha büyük bir hasarı ortaya çıkardı. Mujeres de Negro liderlerinden Alma Gomez’in bana 2007’de söylediği gibi, “Gerçek olmasa da, “lucrar(çıkar)” suçlamaları ciddi bir hasar verdi”.16 2000’lerin başında, yerel medyanın organizasyonlar içinde iç çatışmaların olduğuna ve hareketin bazı sözcülerinin kendi çıkarına hareketler yaptığına dair haberler yapmasıyla(bkz, örn, Guerrero, Minja´res, and Torres 2004; Rod- r´ıguez Nieto 2004), sokağa çıkıp eylem yapan kadınlara yönelik histerik ve şüpheli bir bakış açısı oluştu. Bunun sonucunda toplumun sempatisi 2004 yılına kadar düşüş gösterdi. Aktivistler üzerindeki saldırılar yoğunlaştıkça, halktan kadınların nekropolitikası, hükümetteki seçkinlerin çıkarına işlemeye başladı. 2005’e gelindiğinde, kadın cinayetleri üzerinde bir mahalle baskısından söz edilemiyordu, bu sırada hükümet ve şirket liderleri açıklamalarında aktivistlerin bölgenin imajına yeteri kadar zarar verdiklerini ve artık başka şeyleri düşünme zamanı geldiğini söylüyorlardı, bölgenin ucuz ve üretken emek gücüne dair ününü geri getirmek gibi.
Buna rağmen birkaç yıl içerisinde, uyuşturucu şiddetine dair yeni bir takım olaylar hem anti-femisid aktivistleri için hem de hükümetteki egemenler için devletin şiddete bakışı konusundaki mücadelelerinde yeni meydan okumalar getirecekti. Bu olayların gelişi 2003’te yaşanan bir olayda görülmüştü, on iki adamın cesedi orta sınıf bir mahallede, tam da sekiz kadının öldürülüp çöpe atıldığı yerin birkaç kilometre ötesinde bulunmuştu.
Erkek kurbanların üzerinde işkence izleri de vardı ve bir orta sınıf evinin arka bahçesindeki sığ bir çukura gömülmüşlerdi. Hükümet bir bakışta bu cinayetleri uyuşturucu kartellerinin (narcos) bir iç politikası olarak tanımladı; kısa sürede cinayetin yaşandığı ev “narcocasa”, kurbanların gömüldüğü sığ mezar “narcofosa” ve cesetler de “narcos” olarak ünlendi. Bu cinayetin ortaya çıkışı, sekiz kadın kurbanın tersine, toplumda büyük bir tepki yaratmadı. Ne yürüyüş vardı, ne protesto, ne de egemenler üzerinde büyük bir baskı. Anti-femisid aktivistlerinin anlattığı cezasızlık tarihi uyuşturucu şiddetine uyarlandığında anında bir kabulleniş yaşanmadı, ama birkaç yıl içinde, antifemisid ve insan hakları aktivistleri hükümetin halktan kadınlara ilişkin tavrının aslında uyuşturucu şiddetine dair tavrının bir parçası olduğunu açığa çıkaracak kampanyalar organize etmeye başlamışlardı. Hükümetin narkopolitikadaki (uyuşturucu siyaseti) tavrına meydan okumak, artık nekropolitika (ölüm siyaseti) tavrına karşı açtıkları savaşta büyük bir çarpışmaydı.
“Birbirinin kökünü kazıma”nın cinsiyetli politikası
Meselenin nasıl yorumlanacağına dair savaş “organize suçlarla savaşın” bir parçasıdır.—Vıctor Quintana, eyalet kanun koyucusu (2010)
Şiddetin hızlı artışı ve toplumda yoğunlaştırdığı ahlaksızlığın sebebinin ülkenin kazançlı uyuşturucu ticaretindeki yeniden yapılanma olduğu bir tartışma konusu değil. Onun yerine, meseleyi yorumlama savaşının kapsamını; hükümetteki seçkinlerin anlattığı, bu şiddetin devlet ve kurumlarına yönelik kısımları için anlamını kapsayan hikaye ve karşısında insan hakları aktivistlerinin hükümetin şiddeti, ortaya çıkardığı cesetleri, ve politik özelliklerini yorumlayış şekline yönelik eleştirisi oluşturuyor. Bu yorumlama savaşının kalbindeyse, ölüm politikalarının birinci mekanizması olan toplumsal alanın gitgide cinsiyetlileşmesi var.
Hükümetin uyuşturucu şiddeti üzerine söylemi tıpkı halktan kadınlar üzerine söylemi gibi “suçu kurbana atma” stratejisi, toplumsal alanı cinsiyetli hale getirip şu hikayeyi anlatabilmesine dayanıyor: Uyuşturucu şiddeti kartellerin pazarlar, kaynaklar, ittifaklar, ve politik koruma alma üzerine rekabet etmeleri sonucu çıkan iç çatışmalarının bir sonucudur. Bu nedenle şiddet suçu, illegal işlere bulaşan iş adamları tarafından işlenmektedir. Bu iş adamları her ne kadar suçlu da olsalar; rekabet, mantık ve şiddetin maskülenliğinin canlı kanıtlarıdır.
Halkın geri kalanı bu eril özellikleri anlayarak karmaşık görünen şiddetin aslında içsel bir mantık ve yapı gösterdiğinden emin olabilir. Şiddet, masum sivillere değil uyuşturucu ticareti içindeki hedeflere yönelik olduğundan ve sosyal istikrarı aksattığından, ticaret için kötüdür; dolayısıyla şiddet, çaresizlikten ticarete başvuran rasyonel iş adamlarına hoş gelmeyen uyuşturucu ticretindeki aksamaları yansıtır. Bu söylemdeki önemli noktalar şiddetin içsel olması, uyuşturucu ticaretini aksatması ve şiddeti uygulayanların rasyonel kişiler olması sayesinde bilgi sahibi olmamızdır. Bu kişiler insanları rastgele öldürmüyorlar. Öldürdükleri kişiler genellikle uyuşturucu ticaretinden suçlu bulunmuş sabıkalılardır. Uyuşturucu şiddeti suçluların başka suçlular tarafından öldürülmesidir.
Bu söylem, 1990’ların ortalarında Ciudad Jua´rez and Sinoloa isimli uyuşturucu kartellerinin oluşumuyla, kadın cinayetleri ve NAFTA’daki bölümle eş zamanlı olarak manşetleri kaplayan sonraki şiddet ile şekil almaya başladı. Örneğin, 1993’te yayınlanan bir New York Times makalesi iş ve siyasi liderlerle yapılan röportajlarla geliştikçe söylemi anahatlarıyla çiziyor: Örneğin, bir 1993 New York Times makalesi, iş dünyası ve siyasi liderlerle yapılan görüşmeler yoluyla ortaya çıkan söylemi ana hatlarıyla açıklıyor: “Eski bir Sinaloa devlet polisi olan Bay Felix Gallardo, yalnızca kokain taşımak yerine, narkotik servislerin farklı bir tüccarı olarak ortaya çıktığını söylüyor resmi bir görevli. “Felix Gallardo gerçekten diğerleri için bir tür yatırım bankacısı,”diye ekliyor (Golden 1993, A3). Makale sonrasında şiddetin ticaretin içinde olduğu yaygın fikrini dile getiren bir iş liderinden alıntı yapıyor: Yerel bir imalatçının başkanı olan Mr. Niebla şöyle diyor  “Çoğunlukla birbirlerini öldürdüklerini gördünüz. Birbirlerini yok etmeleri sizi endişelendirmekten ziyade mutlu etti.” (A3) Kartel patronlarının uluslararası iş adamları, bazen kokain iş adamları, olarak tanımlanması ve şiddetin ticaretin içinde olmayan insanlar için fazlasıyla alakasız olduğu fikri, Meksikalı iş ve siyasi liderlerin röportajları temel alınarak haber grubu hesaplarında her tarafında bulunuyordu (Robberson 1993; von Raab ve Messing 1993). Bir gazetecinin resmi makamlara yaptığı raporlama söylediği gibi “Sessizlik”in sesi adam öldürmeye meyilli manyaklardan “daha havalı” ve “daha ciddi” olan erkekler tarafından organize edilen “ticaretin gürleme sesi”ydi; onların “birbirlerini öldürmek” için rasyonel sebepleri vardı (Golden 1995, A1).
Şiddetin bu şekilde yorumlanması suçlulara rasyonel tercih aktörlerini anımsatan mantıklı zihniyet sağlıyor: iş çıkarları tarafından yönlendiriliyorlar, muhitlerini ve topraklarını rakiplere karşı korumak için aşırı tedbirlere başvuruyorlar, ancak sonuçta kaos iş için kötü olduğu için topluma zarar veren mantıksız deliler değiller. Bu akıl yürütme, “şiddet ticari bir meseledir ve kişisel, duygusal ya da irrasyonel değildir” tekrarlarıyla mafya dünyasının klişeleşmiş görüntülerini saldırgan bir profesyonel ve rekabetçi erkeklik, Godfather üçlemesi gibi Hollywood filmlerinde tasvir edilen türler gibi, alanı olarak sağlamlaştırıyor. Hükümetin narkoz tasviri, kadınların mantıksızlığının aksine, erkeklerin kadınlara yönelik yerel faaliyetlerinin aksine sokaklarda şiddet içeren iş dünyasında düzenlenmiş bir ikili olan kadınsı mantıksızlığın aksine bir araya geliyor.  Hükümetin narkoz tasviri, dişil mantıksızlığa karşın eril rasyonalizm ikilisinin ve mekansal olarak da kadınların domestik aktivitelerine karşın erkeklerin sokaktaki şiddetli ticaret ikilisinin etrafında bir arada kalıyor. Narco işadamlarının iddia edilen rasyonallikleri, hükümetin masum insanların endişelenmemesi gerektiği konusunu güvence altına almak için hayati önem taşıyor. Uyuşturucu şiddeti hakkındaki hikayeleri, uyuşturucu çetelerinin kendileri tarafından da tekrarlandı; bunlar, çarşaflara boyanmış narkomantalar(uyuşturucu pankartları) üzerine kendilerini, masum kurbanları öldürmeyen aileleri olan işadamları olarak ilan ettikleri mesajlar yazdılar ve köprülerden astılar. Başka bir deyişle, suçlu olabilirler, ama yine de iyi aile reisleridirler. Haber medyası, bilimsel hesaplar, film endüstrisi ve diğer mekanlar arasında dolaşan, rasyonel iş adamlarının yönettiği kartellerin tasviri, Meksika'nın kuzey sınırında, özellikle NuevoLaredo ve Matamoros kentlerinde şiddetin patlak verdiği 2000'lerin ortasına kadar itiraz edilmeden kaldı. Şehrin sokaklarında yapılan silahlı çatışmalar, artan ölü sayısı ve sakinler ve turistler arasındaki korkunun tırmanmasıyla, hükümetin hikayesi inandırıcı gelmemeye başladı. Meksika vatandaşları şiddeti protesto etmeye başladıkça, birçok bilim insanı ve gazeteci hükümetin yönetme kabiliyeti için şiddetin anlamını sorguladı. ABD yetkilileri bile, Meksika'da resmi devletin paralel bir versiyonu olarak ya da gerçek yönetişim yapısının arkasındaki güç olarak “narkotik bir devlet” in ortaya çıktığı yönündeki endişelerini dile getirdi. (örn, Economist 2009, 30).
Meksika hükümeti yetkilileri, bu iddialara şiddetle karşı çıktı ve şiddetin narkoveni olduğu, masumları hedef almayan suçluların suçlulara karşı işlediği hikayelerine bağlı kaldı. Nuevo Laredo belediye başkanının açıkladığı gibi, “Medya çok endişe verici… Elbette, bir uyuşturucu savaşı var. Ama kaçakçılar arasında. Turistler eve güvenli ve sağlam gidiyorlar ” (Adams 2005, 1A). Kurbanlar suçlarından suçluydu ve suçlular hedeflerini bağlı kaldı; silahlı irrasyonel adamlar değildi. Bu hikaye, o zamanki Cumhurbaşkanı Vicente Fox ve ABD'nin Meksika Büyükelçisi Tony Garza arasındaki sözlerin savaşının en güçlü deneyinden geçti. Garza, 2005’te Meksika’nın kuzey sınırında seyahat eden ABD'li turistler için bir seyahat uyarısı yayınladığında, Meksika Dış Sekreteri Luis Ernesto Derbez, uyarıyı “büyük ölçüde abartılı ve gerçekliğin kapsamı dışında” olarak nitelendirdi ve Başkan Fox seyahat uyarısının ülkenin egemenliğine yönelik bir saldırıyı temsil ettiğini ima etti.
Meksikalı yönetimin mesajı, uyuşturucu ticaretinde yer almadıkları sürece, turistlerin ve diğer sivillerin güvenlikleri konusunda endişe etmeleri için bir sebep olmadığıydı, çünkü karteller, başkanın söz verdiği gibi işlerine olan devlet müdahalelerine karşılık olarak “birbirlerini öldürüyorlar”. Bu ifadenin diğer bir tarafı ise normal şartlar altında narcos (uyuşturucu çeteleri) birbirlerini öldürmeyecekleri çünkü şiddet iş için kötü. (Thompson ve McKinley 2005, A1).
Ancak, Birleşik Devletler’in Meksika’nın başarısız devlet olma sınırında olma endişelerini dile getirmesinden kısa bir süre sonra yeni seçilen Başkan Felipe Calderon kartellere karşı “savaş” ilan etti (Debusmann 2009). Yıl içinde, diğer şehirlerin yanı sıra, Ciudad Juarez’de binlerce askeri birlik görevlendirdi ve Meksika devletinin gücü ile ilgili herhangi bir şüpheyi yok etme sözü verdi. O zamandan beri şiddet sadece daha da yoğunlaştı, her yıl önceki yıldan daha korkunç cinayetler işlendiği ortaya çıktı, ceset sayısı, 1910 Devrim döneminden bu yana olan bütün kayıtları geçiyor.
Şiddet kötüleşirken, çoğu antifemisit kuruluşlarından olan insanlık hakları ve medeni haklar eylemcileri, devletin mantıklı uyuşturucu şiddeti hikayesine ve şiddetin cezasız kalmasına meydan okudu. Hikayeleri, antifemisit aktivizminin bir parçası olarak anlatılanlarla aynı: mağdurların işlenen suçlardan suçlu oldukları ve şiddetin içsel bir mantık gösterdiği iddiasına itiraz ediyorlar (İnsan Hakları İzleme Örgütü 2010). Toplumu suçlulardan temizleme amacıyla meşrulaştırılabilen şiddet yerine eylemciler, en başından devlet tarafından bu durumun ortaya çıkmasına dikkat çekmektedirler. Mayıs 2008’de bilim insanı ve aktivistin röportajında dediğine göre “Uyuşturucu çetelerinin sadece birbirlerini söylemeye çalışabilirler. Bu bir yalan. Ama insanlar inanıyorlar çünkü yanlış güvence veriyor.” Aktivistler, hükümetin kamusal kadın hikayesiyle yüzleşirken olduğu gibi açıkça cinsiyetçi bir söylem ifade etmiyor olsa da şiddeti akılcı aktörlerin işi olarak içsel olarak erkeklikçi analizini eleştiriyorlar. Muhbirin yukarıda belirttiği gibi “Gerçekten sahip olduğumuz silahlı bir avuç deli adam ve onlardan kurtulmalarını sağlayan bir durumun içindeyiz. Ve narcos ile yaşanan şiddet ile askerlerin yaşadığı şiddet arasındaki farkı söyleyemeyiz. Bildiğimiz şey, kurbanların suçlu olmadığı.” Diğer bir muhbirin açıkladığı gibi, “Şu anda asker birlikleriyle narcos arasında bir fark yok. İkisinin de silahları var ve ikisi de silahları sivillere yöneltilmiş durumda. Buradaki bütün mantık bu. Bu bizim devletimiz.” Ya da bir başka: “Eğer biri bana donmamı söylüyorsa donarım. Narcos ya da askeri birlik olmasını bilmeme gerek yok. Şu an, ikisi de aynı. Suçluların cezasız kalması dışında bir şeyimiz yok ve bu durumda devlette suçlu.”
Mayız 2009’da, popüler bir profesör olan Manuel Arroyo Galvan’ın öldürülmesi üzerine protesto çağrısı yapıldı, organizatörler, hükümetin cinayeti narkoşiddet (narcoviolence) kategorisine sokmasına direndiler. “Meny (Manuel Arroyo) işe bulaşmış değil. Hiçbir şeyden suçlu değil. Ölümle, cesetlerle, korku dolu bu şehirde öldürülen başka bir masumdu. Biz korku ve üzüntü içinde ölen bir şehiriz,” başka bir bilim insanı Haziran 2009 yılında telefon görüşmesinde açıkladı. Dr. Arroyo’nun ölümünden günler sonra, protestocular, başka bir suçlu tarafından gerçekleştirilen narkoşiddet (narcoviolence) ‘in kanıtı olarak açıklanan ölümüne meydan okumak için bir yürüyüş düzenlediler. Protestocular cezasızlık mesajı ile baskı yaptılar: “Bu şehirde çektiğimiz bütün bu cinayetler, insan kaçırma olayları ve devletin suçluları cezasız bırakması için adalet istiyoruz!” bir aktivistin web sitesindeki ifadesi.
Yine de rasyonel, iş dünyası narkoşiddet (narcoviolence) söylemine karşı çıkan protestolarla bile, cumhurbaşkanından Ciudad Juarez belediye başkanına siyasi liderler, hikayelerinde sıkıştılar, röportajların hepsinde narkozların birbirlerini öldürdüğünü söyleyerek kendilerini tekrarladılar (BBC Haberleri 2008; Wilkinson 2008). Chihuahua eyaletinin askeri stratejisinden sorumlu general, aktivistlerin karşısında bile “14  suçlu eksilttik” diyerek 14 kişinin öldüğü halka açık bir çatışma hakkında övündü. Aktivistlerin savaş ile mücadele etmek gibi zor bir iş için fazla yumuşak kalmalarından dolayı general aktivistleri azletti. Birçok aktivistte generalin azletmesindeki cinsiyetçi eğilim kaybolmadı. Fakat cezasızlık ile ilgili protestoların ve raporların etkili olmaya başlaması ile birlikte politikacılar hikayelerine yeni bir bakış eklediler; şu anda artan şiddet federal hükümetin savaştaki başarısını temsil etmekte ve bu yüzden suç örgütü liderleri istenilen sessizliği bozdular. Federal Başsavcı Eduardo Medina’nın 2008’de BBC’li bir görüşmeciye söylediği gibi, şiddet askeri varlığın çeşitli Meksika kentlerinde yaşadığı başarının göstergesidir (BBC Haberleri 2008). Böylece, şiddetin uyuşturucu ticaretinin içindeki kaynaklardan kaynaklandığı şeklindeki eski söylemi, şiddeti ticareti bozan devlet eylemlerinden kaynaklanacak şekilde değiştirdi. Ancak menfaatler aynı kalır. Belediye başkanı Ciudad Juarez’in Los Angeles Times’a açıkladığı gibi, uyuşturucu savaşı “her iki taraf da birbirlerini öldürmeye bittiğinde sona erecek” (Wilkinson 2008). Ve sonra daha fazla şiddet olmayacak.
ABD hükümeti, şiddetin sivillere yönelik bir tehdit oluşturduğuna dair ilk uyarılarına rağmen, Meksika hükümetinin kartellere karşı başarı öyküsünü desteklemeye başladı. Örneğin, yakın zamandaki bir Amerika’nın Sesi (Voice of America) raporunda, ulusal istihbarat müdürü Dennis Blair, “Meksika’nın başarısız bir devlet olma tehlikesi yoktur. Gördüğümüz şiddet Meksika’nın uyuşturucu çetelerine karşı harekete geçmesinin sonucudur. Bu yüzden aslında, Meksika hükümetinin, çoğu kartelin Meksika hükümetinin ve Meksika yaşamının birçok yönüne olan zehirli etkisini kırmak için attığı olumlu hareketlerin sonucudur” (Ulusal Güvenlik Haberleri (Homeland Security Newswire) 2009). Blair’in ifadesi ABD narkotikle mücadele ofisi tarafından yapılan açıklamada tekrar edildi, “Meksika hükümetinin atması gereken adımları attığına ve ciddi bir sorunla karşı karşıya kaldığında oldukça cesur olduğuna inanıyoruz… Meksika halkı çok yüksek bir bedel ödüyor çünkü uyuşturucu kaynaklı organize suç grupları birbirlerini öldürüyor. Ama inanıyorum ve Meksika hükümetinin, bir tek bu kadar etkili, sistematik bir çalışma ile sokakları yeniden başarabileceklerine inandığını düşünüyorum” (Whitesides 2009). Yine, sokaklarda daha fazla şiddet, daha fazla güvenlik anlamına geliyor ve Meksika askeri stratejisindeki güvenine dayanarak ABD hükümeti, iki ülkenin tarihindeki en büyük askeri yardım paketini Meksika'ya yetkilendirdi.
Meksika hükümeti, Chihuahua Şehri Belediye Sivil Koruma Dairesi tarafından 2009 yılında verilen tavsiyesindeki gibi, vatandaşlarla doğrudan iletişim kurarak rasyonellik argümanına inanç çağrısında bulundu. “Kiralık Katiller ve Silahlı Çatışmada Nasıl Davranılmalı” başlıklı tavsiye garantiliyor ki “İnanılmaz görünebilmesine rağmen, kiralık katiller amaçlanan mağdurların arabada olduklarından emin olduklarında asla hedeflerini karıştırmazlar. Şüphe duydukları durumda arabayı durdurup emin olma taraftarıdırlar. Ve eğer kişi aradıkları kişi değilse gitmelerine izin verirler” (Quezada Barron 2009, A1). Bu raporun gazetedeki yerine göre, bu tavsiye okuyucularına, arabalarını durdurmalarını, ellerini kaldırmalarını ve kiralık katilin talimatlarına uymalarını istemekte, bu aynı zamanda kimlik bilgisi ve başka kişisel bilgilerin paylaşılmasını da içerebilir. Ayrıca tavsiye okuyuculara eğer hiçbir şey borçlu değillerse korkacak bir şey olmadığını hatırlatmaktadır (A1).
Gazete hesabının açıkladığı gibi, danışma askeri devriyeler tarafından durdurulmuş insanlar için daha fazla öneri sunar; bu vurulan erkeklere nasıl davranılacağına dair tavsiye ile özdeştir. İnsanlara arabalarını durdurmaları, ellerini kaldırmaları ve istek üzerine kimliklerini vermeleri tavsiye edilir. Askerler, narkotik tetikçileri gibi rasyonel aktörlerdir ve eğer onlara bir sebep verdiyseniz yapmaları için, sadece sizi götüreceklerdir. Kendilerini durduranlardan kimlik istemek, direnmek veya çığlık atmak yerine hiç bir şey yapmadan durun ve sakince uyum sağlayın, topluluk hiçbir noktada insanlara yetkililerle iletişim kurmayı tavsiye etmez.  
 Hükümet tebliğinde Mbembe olarak tanımlanan nekropolitikleri bir temel öğe olarak tasvir eder, devletin gücünü somutlaştırdığını gözlemlediğinde silahlanmış çetelerin, silahlanmış askerlere karşı mücadelesinde, hepsi silahsız durumları belirtilmesine rağmen, sivil halkı hedef almaktadır. Fakat bir yanda da Mbembe’nin bıraktığı nekropolitiğin değinilmemiş bir halini ortaya çıkarttı, Landes’in de belirttiği gibi cinsiyet yaratmanın rolü, şiddetin bir temel tekniğidir, rasyonal devletlerin ve maddelerinin konseptidir. Kamusal ve özel alanların cinsiyetlendirilmesi sosyal ve politik bağlamda askerleri birimlerde ya da narkotik çetelerde olsun olmasın, sosyal ve politik istikrarın kanıtı olarak silah taşıyan rasyonel erkeklere mahal verir.  Bu yazının yazıldığı sırada, Meksika'nın nekropolitik yaklaşımına karşı en güçlü eleştiri, 31 Ocak 2010 tarihinde bir doğum günü partisinde gençlerin katledilmesi olayına, Cumhurbaşkanının verdiği tepkiler üzerine yapıldı. Katliam haberlerine cevaben Cumhurbaşkanı şiddetin “çeteler arası rekabet” sonucunda ortaya çıktığını duyurdu (Ellingwood 2010). Protestolar aniden kentte patlak verdi, kurbanların aileleri tarafından suçlamaları çürütüldü ve aktivistlerin de ailelere katılmasıyla büyüdü, hazırlıksız bir şekilde basın konferanslarında dünya çapında manşet oldu (Cardona 2010). Protestoları vasıtasıyla, devlet karşısında elde edilen narkotiklerin diğer narkotikleri öldürdüğü, cezasız kalan güçlerinin hikayesi ve Calderon’un bakanlar kurulu Cumhurbaşkanı ve şehirdeki protestocular arasında bir toplantı organize etti. Cumhurbaşkanı Caldero’n’un gelişi çoğunlukla kurbanların aileleri tarafından yönlendirilen protesto gösterileri ile karşılandı. Bir çok anne ayakta, sırtlarında maktül çocukları ile Cumhurbaşkanını içlerinden birisi “Savaşınız yeter artık!” diye bağırdığında çok şiddetli şekilde alkışa maruz bıraktılar.

Sonuç  
 Kamu kadınları ve uyuşturucu çeteleri hakkındaki kurbanı suçlama söylemlerinde bağlayıcı benzerlikler olmasına rağmen şimdiki protestocular, devletin ölüleri uyuşturucu ticaretine karşı koymada kendi başarıları gibi gösterme çabasını engellemede zorlu bir mücadele içindeler. Kadın cinayetleri karşıtı eylemciler kamu kadınları hakkındaki söylemleri zayıflatmada birçok adım attılar, ulus ötesi bir sosyal adalet hareketini başarılı bir şekilde örgütlediler. Bu Meksika içinde yasal reformlara ve hükümet üzerinde uluslararası baskılara yol açtı ama suçluların birbirlerine yaptıkları uyuşturucu şiddeti öyküsünün silinmesini istiyorlarsa önlerinde uzun bir mücadele var.  
  Feminist aydınlar, rasyonel erkeklik söylemlerinin şiddete, vatandaşların susturulmasında ve devletin haberi olup da ceza alınmamasında nasıl bir katkıda bulunduğu sorusuna vurgulayarak bu mücadeleye katkıda bulunabilirler. Tıpkı feminist aydınların sağladıkları terim “femicide” (kadın cinayeti) gibi, ki Kuzey Meksika’daki eylemciler için ne kadar değerli olduğu görüldü, feministler uyuşturucu şiddetinin yararlı bir gelişme olduğu tasvirini silmekte yardımcı olabilirler. Mbembe, Michael Hardr ve Antonio Negri gibi sömürgecilik sonrası aydınları, politikayı devletin ürettikleri ve ürettiklerinin üretimleri arasındaki çirkin bağlayıcı etkileşimler üzerinde ölüm çalışması olarak tanımlarlar, Meksika hükümetinin şiddet politikalarını tanımlayan yararlı araçlar sağlar.     Ölüler bu tarz siyasetler için hammadde niteliğindedir; bedenleri, cinsiyetleri, yerleri, yaraları ve sakatlıkları kamu kadınları ve uyuşturucu baronları masallarının temellerini oluşturur. Ölümleri, devletin nekropolitika ve biyopolitikanın birleştiği Ciudad Juarez sakinlerini koruma gerekçesi için siyasi bir öneme sahip. Ancak mevcut durumda feministlerin, şiddeti destekleyen ataerkil devlet ideolojisi analizi olmazsa bu fenomen anlaşılamaz.
Evrensel kapitalizm, insan hakları ve vatandaşlık hareketleri konularındaki sınırlı anlaşılmalara değinmede aracı olan, feminist kritiklerinde olduğu gibi (bkz. Örn. Gibson-Graham 1996), nekropolitik ve biyopolitik etkilerin politikada, ekonomide ve kültürde oluşturduğu tasvirlerin eksik yönlerini aydınlatmada feminist analizlerine ihtiyaç vardır. Konuların yeniden oluşturulması özlerine bağlı kalmıyor örnekse; silahsız siviller ve onları hedef alan yağmacılar Dünyanın her yerinde aynı şekilde ortaya çıktılar. Bilakis nekropolitiğin asıl işleyişini anlamak, kimliklerin sosyal uzlaşmalarını birleştirici kritik gerektirir, ölü tanımlanmasındaki uzlaşmalar da dahil ve bağlamlar arasında farklılık gösterir.   Rasyonalizm ve irrasyonalizm, kamusal ve özel, etki ve kötü etki, meşru ve meşru olmayan vatandaşlar gibi bahsi geçen toplumsal cinsiyetin bir politik kalıp olarak her yere yayılması durumu için bir çok ikilem mevcuttur, toplumsal cinsiyet ele alındığında savaş, terör ve ölüm politikalarının bilginleri eğer anlamlı bir şekilde aktivistler ve bilginler konuşarak sıkı bağlar kuracaksa yaşadıkları yerlerde politik toplumlarını inşa ederken cinsiyetleri de ele almak zorundadırlar.

 

1.Bu soru, Mbembe’nin istisnai durumla ilgili olarak bu soruyu ortaya koyan Giorgio Agamben’in çalışmaları ile yakınlığını yansıtıyor. Ancak Mbembe, nekropolitikanın bir istisna teşkil ettiğini düşünmüyor, bunun yerine, sivil hükümetler tarafından dayatılan savaş yasasında veya şu anda Meksika'da ilan edilen kriz yasasında olduğu gibi, acil koşullar altında çalışan devletlerde hâkim sosyal yapılandırma olarak görüyor. Her iki yazar da analizlerinde F. W. J. Schelling’in ölümün politikası altında yaşarken tam potansiyellerini asla gerçekleştiremeyen özneleri açıklayan “yaşayan ölü” fikrine borçluluğunu ortaya koyuyor (Zizek 2004, 23).

2 Jasbir K. Puar’s (2007)

3 (Ben ?ıtez et al. 1999; Nathan 1999; Wright 1999; Fregoso 2000; Mona ?rrez Fragoso 2000, 2001) ve (Wright 2001; Fregoso 2003; Tabuenca Cordoba 2003b; Schmidt Camacho 2005).

4 http://www.nmsu.edu/ ~frontera and the Justice in Mexico Project at http://www.justiceinmexico.org
5 Röportaj: Esther Cha ?vez Cano, February 2007

6 Röportaj, Ciudad Jua ?rez, 1997. 7 Cinayetleri reddetmesi konusundaki tartışma, yakın zamanda Barrio’nun 2009’da Meksika’nın Kanada Büyükelçisi olarak atanmasıyla yeniden başladı. Kanada’daki diğer hak örgütleri ile birlikte antifemisid eylemciler, atanmasını protesto ettiler ve 1990’larda şiddet ve çevresindeki cezasızlıktaki rolünün incelenmesini sağladılar.

8 Meksika sınır kentlerinde kültürel kirlenme ve seks işçileri ile ilgili ortak söylemlerin daha ayrıntılı bir tartışması için bkz. Castillo, Rangel Go ?mez ve Delgado (1999) ve Wright (2006). 9 Bana bu dilsel farkı gösterdiği için Socorro Tabuenca Co Cordoba’ya teşekkür ediyorum.

10 Bkz: Nathan (1999), Fregoso (2003), Schmidt Camacho (2005), ve Wright (2006). 11 Interview with Esther Cha´vez Cano, at her home in Ciudad Jua´rez, February 2007.

12 Interview with Esther Cha ?vez Cano, at her home in Ciudad Jua ?rez, February 2003.

13 (Amnesty International 2003). AYRICA: (Mart ?ınez Coronado 2003).

14    Kuzey Meksika’da, özellikle Ciudad Juarez’de, bu ithamlar 1980’lerde demokratikleşme sürecine katılan ve Kurusal Devrimci Parti’nin hükümetin üzerinde kurduğu tekele son veren kadınların bölgedeki itibarını zayıflattı. (Herna´ndez  Herna´ndez 2002).
15 Irma Campos ile Röportaj, Chihuahua City, Şubat 2007.
16  Alma Gomez ile Röportaj, Ciudad Juarez, 2007.